27 Temmuz 2016 Çarşamba

Depresyondan Çıkmak Bir Ömür, Girmekse Bir Dakika...

 
 
NOT: Değerli blogger arkadaşlarım ve yazılarıma yorum yazan okurlar... Bloglarımı %99 oranında ofisten yazıyorum. İlginç bir şekilde ofis politikası gereği gmail ofisimizde yasaklı. Blog hesabım gmail üzerinden olduğu için, blogu açabiliyorum ancak yorumlar gmail chat kapsamında olduğundan yorumlara yanıt veremiyorum! Verdiğimde, yorum yapmamışım gibi bomboş bir ekran çıkıyor. Evde ise bilgisayar açmayı tercih etmediğim gibi, buna fırsat da bulamıyorum. Sizlerin blog yazılarınıza yorum yapmamam veya yorumlarınıza yanıt verememem tamamen teknik bir sıkıntı olup, asla sizlere ve yorumlarınıza değer vermediğimi göstermiyor. Öyle ki, bazen yazılarınıza çooook şeyler yazmak istiyorum ama boş bir ekran gelince karşıma, sinirleniyorum...
 
Dediğim gibi bu bizim ofisteki teknik bir mesele... Sizleri izlemekten, yazılarınızı okumaktan ve yazılarıma yaptığınız yorumlardan keyif alıyorum. Her birinizi yazılarınızdan tanıyor ve kendimce analiz ediyor, her birinize çok ayrı olarak değer veriyorum. Bilmenizi istedim... Sevgilerimle :)
 
 
 "Sadece ben miyim acaba" diye bir süredir düşünüyordum.
Depresyona girmiş, mutsuz, umutsuz, çaresiz... Kolunu kaldırmaya mecali olmayan, hayattan keyif almayan...
 
Derken blogger'da takip ettiğim yazarların son yazılarını gördüm. Kendimi yalnız hissetmedim...
 
"O malum gecenin üstünden 10 gün geçti, etkileriyse hâlâ üstümüzde. Kâbus gibiydi, nasıl unutalım ki..." diye başlıyordu Leylak Dalı.
 
"sakinliği can sıkıcı, gri, ruhsuz günler... " başlıklı bir yazısı vardı Handan Hanım'ın.
 
"Vay arkadaş. Memlekete bak. Valla hiçbir şey yazasım yok." diye başlıyordu Mari Antrikot'un yazısı...
 
Dedim ki, "yalnız değilsin, anormal değilsin. Bu ülke ve içinde yaşanan koşullar hepimizi böyle olmaya sürüklüyor..."
 
"Kalkışma" girişiminden beri bana bir şeyler oldu. Ağlamam sürekli burnumda. Mutsuzum ve çok uyuz bir insan oldum, çıktım. Her şeye mıy mıy bir söylenme, her şeyden şikayetçi ve mutsuz olma, derin bir umutsuzluk. Evim 17. katta ve Meclise de oldukça yakın olunca, patlama sesleri, jetler hala kafamda sanki. Neredeyse iki hafta oldu, bunca yıllık yaşantımda böyle kötü bir gece yaşamadım ben. Her an ölebilmeyi bekledim. O bombalardan birinin de bizi hedef almasını. Sonra "Niye depresyondasın", e nerede olayım???
 
Oysa bilirim depresyondan çıkmak ne zordur. Kendinle iyi geçinmek ve beyninin içindeki o minik nörotransmitterlerin düzene girmesini günlerce beklemek... Serotonin düzeyi normale dönünce de, sorgulamalar başlar bu kez... "Ne yani, ben bir ilaca bağlı ve muhtaç mıyım? Kendi kendimi iyi edebilirim ben..."
 
Bu sefer bırakılan antidepresanlar, katlanan bir anksiyete olarak geri döner, vs. v.s., konum bu değildi nerelere geldim :)

 
 
                      
 
Sabah ofise geldim, işin teknik yönünü araştırdım biraz. Bu serotonin nedir, ne zaman seviyesi düşer, ne zaman artar.
 
Multiyasam sitesinde bununla ilgili bir yazı buldum. Basit bir dille yazılmış, herkesin anlayabileceği şekilde. Doğal yollardan serotonin artırımını anlatıyor. Bilmediğimiz şeyler değil aslında. Sağlıklı beslenmek, spor yapmak, stresten uzak durmak (!)...
 
Sahi stresten uzak durmak için çevremizdeki tüm stres kaynaklarını ortadan kaldırmamız gerekiyorsa, ıssız bir adaya gidip bir başımıza kalmak tek çözüm olmaz mı?
 
Kimse kusura bakmasın ama metropol yaşam koşullarında, depresyondan çıkmak bir ömür sürer, girmekse bir dakika...
 
Ama takip ettiğim bloglardaki insanların dahi aynı durumda olmaları, bana biraz da olsa bir rahatlama verdi. Biraz daha şans vermeye karar verdim kendime. Ben o minik ilaçlardan almak istemiyorum!
 
Bugün tekrardan döndüğüm diyetim, spor hayatım ve okuduğum kitaplarla, (bahsetmeye lüzum bile yok, bal damlam kedimle) üstesinden gelebileceğimi düşünüyorum.
 
Çok fazla kendimizi umutsuzluk içine itmemek tek ilaç belki de.
 
Dilerim bu ruh durumu da çabucak geçer gider üzerimizden.
 
 
 
 
 

15 Temmuz 2016 Cuma

Düşler Kurmak İçin : Google Maps

 
 
Buralardayım!
 
Öncelikle gecikme için sizlerden özür diliyorum. 28 Mayıs 2016'daki nikahımdan sonra, hayatın en hızlı geçen yüzüyle karşılaştım... Müthiş bir Dubai'de balayı, yoğun iş dönüşü, bayramda Çeşme tatili derken baktım ki bir buçuk aydır blog'uma girme şansı bulamamışım. Oysa blog ihmal etmeyi seven insanlardan değilim. Neyse yeniden hoşgeldim :)
 
Sonraki yazılarımda sizlere Dubai maceralarımdan ve seyahat ipuçlarımdan bahsedeceğim. Eğer gitmek isteyenler varsa, ekonomik ve en keyifli Dubai seyahati için izlemede kalmanızı öneriyorum :)
 
Dediğim gibi, evlendikten sonra mı hayat yoğunlaştı, işlerde patlama mı oldu bilemiyorum ama çok yoğun çalıştığım bir gerçek. Hele yaz sıcakları Ankara'nın kuru ikliminde iyiden iyiye kendini göstermişken, hava 38-39 derecelerde seyrediyorken, ofiste kapalı kalmak ve çalışmaya çalışmak gerçekten eziyet halini alıyor.
 
Derken ofiste, ezelden beri keyif aldığım bir şeyi deneyip müthiş moral-motivasyon sahibi olmanın bir yolunu buldum. Ofiste zaman zaman sıkılanlar veya çalışmaya bir mola vermek isteyenler için çok basit bir önerim var: Google Maps!
 
 
Eskiden beri seyahatlere çıkmadan önce, teknolojinin nimetlerinden faydalanmak suretiyle Google Maps'a girer, Street View modunda kalacağım otel ve çevresini gezer, beğenmezsem oteli değiştiririm :)
 
Şaka değil, New York'a tek başıma gitmeden evvel, kalacağım otelin inşaat çevresinde kaldığını, ortadan bir anayol geçtiğini ve yürüyecek kaldırım bile olmadığını görerek rezervasyonumu iptal etmiş ve muhitini beğendiğim Manhattan bölgesindeki bir otele geçmişliğim var.
 
Zaman zaman kızsak da, teknolojinin nimeti diye bir gerçek var. 

 
Bugün çalışmaya kısa bir mola verdiğimde, Ağustos ayında gideceğim Fethiye'nin hangi koylarını gezsem diye inceleme yaparken, Google Maps semalarında ve ardından Rodos Adası'nda buldum kendimi :) Baktım Mike's Sponges diye bir dükkan karşıladı beni. Tezgahta denizden çıkmış bir sürü sünger. Çeşit çeşit, her boyda. Sokaklarda dolanmaya devam ettim. Denize bakan bembeyaz mavi çerçeveli penceresi olan muhteşem evler, bahçelerde sardunyalar, ağaçlar, insanlar...
 
Bildiğiniz Ankara'da olduğumu unutup Rodos'ta buldum kendimi. Kafamda Chris Rea- On the Beach şarkısını söylerken, ben ada gezintime keyifle devam ettim :)
 
Bir yirmi - yirmi beş dakika bu şekilde geçmiş. İşe dönmemi sağlayan telefonla farkettim. Sonra düşündüm de, ne kadar müthiş bir şey bu Street View!

 
 
Bazen maddi sebeplerle, bazen zaman yokluğundan, bazen fırsat bulamadığımızdan, bazen de oraya gidecek uçak bulamadığımızdan... Seyahatler için bizi kısıtlayabilecek pek çok sebep var. Ama Google gerçekten, neredeyse benim için ve belki benim gibi seyahat etmeyi sevenler için, yüz yılın buluşu diyeceğim bu metodla, gidemeyeceğimiz hiçbir yer bırakmamış ki...
 
 
Butik İtalyan cafelerinin bulunduğu sokaklarda gezmek istiyorsanız, karmakarışık bir kültüre sahip Hindistan'ı arşınlamak istiyorsanız, Yunanistan'ın turistik bölgelerini gezmek istiyorsanız, hepsini geçtim o an Sultanahmet Meydanı'na gidesiniz geldiyse...... Düşünsenize, hepsi klavye ve mouse'unuzun bir ucunda. Bundan keyifli olabilecek tek buluş, oraya ışınlanma ihtimalimiz olur !!!! Ki bunu ben yaşarken görürsem, sanırım dünyanın en mutlu insanı olurum :)
 
Kısacası dediğim gibi, zaten senelerdir keyif aldığım bir şeydi Google Maps-Street View ile sokak sokak gezmek... Şimdi de işyerinde sıkılıyorsam, keyfim kaçıksa veya güzel bir mola vermek istiyorsam gideceğim sığınağım oluverdi.
 
Herkese şiddetle tavsiyemdir.
 
Tanrılar Okulu kitabında, Stefano D'Anna'nın da dediği gibi, "DÜŞ EN BÜYÜK GERÇEKLİKTİR..." Düş dünyam bu kadar büyükse, mutsuz olmak için sebepleri egale etmem son derece kolay.
 
Şu an gitmek istediğiniz her neresi varsa, gitmek için bir bilgisayar ve bir internet bağlantısına ihtiyacınız var. Bırakın parayı pulu, valizi, uçağı... Girin uygulamaya ve gerisini düşlerinize bırakın... Hayat bazen gerçekten çok keyifli :)
 
Teşekkürler Google, Allah sana zeval vermesin, ışınlanma için fikirlerin varsa, heyecanla bekliyorum! :)