NOT: Değerli blogger arkadaşlarım ve yazılarıma yorum yazan okurlar... Bloglarımı %99 oranında ofisten yazıyorum. İlginç bir şekilde ofis politikası gereği gmail ofisimizde yasaklı. Blog hesabım gmail üzerinden olduğu için, blogu açabiliyorum ancak yorumlar gmail chat kapsamında olduğundan yorumlara yanıt veremiyorum! Verdiğimde, yorum yapmamışım gibi bomboş bir ekran çıkıyor. Evde ise bilgisayar açmayı tercih etmediğim gibi, buna fırsat da bulamıyorum. Sizlerin blog yazılarınıza yorum yapmamam veya yorumlarınıza yanıt verememem tamamen teknik bir sıkıntı olup, asla sizlere ve yorumlarınıza değer vermediğimi göstermiyor. Öyle ki, bazen yazılarınıza çooook şeyler yazmak istiyorum ama boş bir ekran gelince karşıma, sinirleniyorum...
Dediğim gibi bu bizim ofisteki teknik bir mesele... Sizleri izlemekten, yazılarınızı okumaktan ve yazılarıma yaptığınız yorumlardan keyif alıyorum. Her birinizi yazılarınızdan tanıyor ve kendimce analiz ediyor, her birinize çok ayrı olarak değer veriyorum. Bilmenizi istedim... Sevgilerimle :)
"Sadece ben miyim acaba" diye bir süredir düşünüyordum.
Depresyona girmiş, mutsuz, umutsuz, çaresiz... Kolunu kaldırmaya mecali olmayan, hayattan keyif almayan...
Derken blogger'da takip ettiğim yazarların son yazılarını gördüm. Kendimi yalnız hissetmedim...
"O malum gecenin üstünden 10 gün geçti, etkileriyse hâlâ üstümüzde. Kâbus gibiydi, nasıl unutalım ki..." diye başlıyordu Leylak Dalı.
"sakinliği can sıkıcı, gri, ruhsuz günler... " başlıklı bir yazısı vardı Handan Hanım'ın.
"Vay arkadaş. Memlekete bak. Valla hiçbir şey yazasım yok." diye başlıyordu Mari Antrikot'un yazısı...
Dedim ki, "yalnız değilsin, anormal değilsin. Bu ülke ve içinde yaşanan koşullar hepimizi böyle olmaya sürüklüyor..."
"Kalkışma" girişiminden beri bana bir şeyler oldu. Ağlamam sürekli burnumda. Mutsuzum ve çok uyuz bir insan oldum, çıktım. Her şeye mıy mıy bir söylenme, her şeyden şikayetçi ve mutsuz olma, derin bir umutsuzluk. Evim 17. katta ve Meclise de oldukça yakın olunca, patlama sesleri, jetler hala kafamda sanki. Neredeyse iki hafta oldu, bunca yıllık yaşantımda böyle kötü bir gece yaşamadım ben. Her an ölebilmeyi bekledim. O bombalardan birinin de bizi hedef almasını. Sonra "Niye depresyondasın", e nerede olayım???
Oysa bilirim depresyondan çıkmak ne zordur. Kendinle iyi geçinmek ve beyninin içindeki o minik nörotransmitterlerin düzene girmesini günlerce beklemek... Serotonin düzeyi normale dönünce de, sorgulamalar başlar bu kez... "Ne yani, ben bir ilaca bağlı ve muhtaç mıyım? Kendi kendimi iyi edebilirim ben..."
Bu sefer bırakılan antidepresanlar, katlanan bir anksiyete olarak geri döner, vs. v.s., konum bu değildi nerelere geldim :)
Sabah ofise geldim, işin teknik yönünü araştırdım biraz. Bu serotonin nedir, ne zaman seviyesi düşer, ne zaman artar.
Multiyasam sitesinde bununla ilgili bir yazı buldum. Basit bir dille yazılmış, herkesin anlayabileceği şekilde. Doğal yollardan serotonin artırımını anlatıyor. Bilmediğimiz şeyler değil aslında. Sağlıklı beslenmek, spor yapmak, stresten uzak durmak (!)...
Sahi stresten uzak durmak için çevremizdeki tüm stres kaynaklarını ortadan kaldırmamız gerekiyorsa, ıssız bir adaya gidip bir başımıza kalmak tek çözüm olmaz mı?
Kimse kusura bakmasın ama metropol yaşam koşullarında, depresyondan çıkmak bir ömür sürer, girmekse bir dakika...
Ama takip ettiğim bloglardaki insanların dahi aynı durumda olmaları, bana biraz da olsa bir rahatlama verdi. Biraz daha şans vermeye karar verdim kendime. Ben o minik ilaçlardan almak istemiyorum!
Bugün tekrardan döndüğüm diyetim, spor hayatım ve okuduğum kitaplarla, (bahsetmeye lüzum bile yok, bal damlam kedimle) üstesinden gelebileceğimi düşünüyorum.
Çok fazla kendimizi umutsuzluk içine itmemek tek ilaç belki de.
Dilerim bu ruh durumu da çabucak geçer gider üzerimizden.