10 Ağustos 2016 Çarşamba

Yaşamsal Sorgulamalar...


Ne olduysa bana 30 yaşımdan sonra oldu.

17 yaşımdan beri (ki sene 2000'e tekabül ediyor) Osho okurum, psikolojiye merak duyarım, araştırma delisi tipik bir ikizler burcuyumdur, yeni insanlarla tanışmaktan, gözlem yapmaktan müthiş keyif alırım... Ama ne olduysa bana 30'dan sonra oldu.
 
20'li yaşları çok verimli geçiremedim mi nedir, 30'dan itibaren bir sorgulamalar, bir sualleşmeler, bir cevap aramalar, bir nedenler niçinler, onu geçtim yaklaşık 5-6 aydır bir dayılanmalar, meydan okumalar :)
 
Önce yaşamı sorgulamaya başladım... Neyiz, niye varız, nereye gidiyoruz? Tatmin edici cevap buldum mu? Tam anlamıyla hayır ama aşama kat ettim. En azından hepimizin hayata bir misyon için geldiğini, işaretleri doğru algılar ve değerlendirirsek mutlu yol kapılarımızı kendimizin açabileceğini öğrendim. Yaşamda mutluluğa götüren en yüce duygunun cesaret olduğunu, korkulardan arınıp denemekten korkmamak gerektiğini öğrendim...
 
Sonra ölümü sorgulamaya başladım. Madem öleceğiz niye yaşıyoruz, ölüm nedir, niye yaşam ölümle noktalandırılmıştır? Tatmin edici cevap buldum mu? Tam anlamıyla hayır ama aşama kat ettim. Ölüm, yaşama konan bir nokta değil, evren içinde yaşamı yeni bir mertebeye erdirmektir. Ölüm, yaşamın zirvesidir. Her yaşayan şey zamanla tükenir ve her bedeni varlık bir sona erer. Ama ruh, yeni bir boyuta taşınır ve işte en büyük mutluluk o noktada başlar.
 
Sonra kendimi sorgulamaya başladım... Sen kimsin, neyi kuralına göre oynuyor, neden kaçıyorsun? Varmak istediğin nokta neresi? Tatmin edici cevap buldum mu? Tam anlamıyla hayır ama aşama kat ettim. Sen sevmek için varsın. Doğadan, canlılardan, hayvanlardan, kısacası doğa ile iç içe olan her şeyden keyif alan birisin. O sevgiyi bu dünyaya katmak için buradasın. Kurallara fazla uygun davrandığın yıllar geçti ama artık meydan okuyabiliyorsun. Haksızlık yapıldığında, "Hayır, senin beni mutsuz etmeye hakkın yok" diyebiliyorsun. Misyonlarından biri de sorgulamak mesela. Sorgulamak için dünyaya gelmiş de olabilirsin. Kavgadan kaçıyorsun mesela, huzurunun bozulduğu yerde sen yoksun.
 
Bütün bunlar 30'dan sonraki 3 senelik şu süreçte oldu.
 
Sorgulamalar şu an zirvede. Bugünlerde, "dünyaya bir çocuk getirme" meselesi üzerine kafa yoruyorum. Çok yakın vadede değil ama gündemimde değerlendirdiğim bir mesele. İnşallah sonu "gereksiz ve ziyan" olarak çıkmaz :) İnsanın ayaklarının 30'undan sonra yere bastığı doğru.
 
Yirmilerde yaşanan doğruların iz düşümüdür 30'lar. Ben bunu gördüm en azından.
 
Sorgulamak illa cevap bulmak için olmaz. Düşünmek, kafa yormak zihni de hayatı da bedeni de dinç tutar.
 
Sorguluyorum mutluyum :)

3 Ağustos 2016 Çarşamba

Bay Mükemmel

 
35 yaşında...
 
Konuştuğunda saatlerce dinletir. Çok yakışıklı ama sadece 1.55 boyunda. Kendini müthiş bir ifade yeteneği var. Çok önemli ve önde gelen bir şirkette üst düzey yöneticilerden. Etkileyiciliği öyle bir boyutta ki, boyu kısa gelmiyor insana. Bulutlardan sesleniyor sanki çoğunlukla.
 
 
Genellikle bir restoranda ise çıkıntılık yapacak bir şey bulur. Şarabı sıcak bulur mesela... Oturduğu masanın aynısı olmasına rağmen, bir arkasındaki rezerve masayı ister ısrarla. Garsonları sıkıştırmayı sever, telaffuzu zor menü yiyeceklerinin içeriğini garsonlardan ikna olana kadar almadan rahat etmez. O garson ömrü hayatında o yemeği bir kez tatmamış bile olsa, onun için farketmez. Garsonsa bilmelidir, işini iyi yapmalıdır. Yapamayacaksa başka bir iş bulmalıdır...
 
 
Kendine çok güvenir.
Dünya onun ekseni çevresinde kurulmuş, zavallı yuvarlak bir gezegendir ona göre. Kendiyse o gezegendeki "en" adam... Her şeyin en'i hem de... Akıllı, zeki, yakışıklı, özverili, romantik...
 
 
Akıllıdır, zekidir doğru... Yakışıklı ve romantik de... Özverisi kendi kendinedir aslında. Ama bunu ifade ettiğinde anlaması mümkün olmaz. Çünkü kendiyle kördür gözleri.
 
 
Evlidir...
 
Nasıl olduğuna hala inanamaz ama dokuz sene önce bir kız arkadaşı olmuş ve ne yaptıysa onun boşluğundan faydalanıp onu kendiyle evlenmeye ikna etmiştir. Üstelik bir de çocukları olmuştur bu evliliğinden. Bıcırık bir kız çocuğu...
 
Bay Mükemmel, eşinin anneliğini elbette beğenmez.
 
Çünkü anne, mükemmel değildir. Özverisini çocuğa yoğunlaştırır. Annesi olur, babası olur... Ona dünyada en değer veren varlık, çocuğun annesi bile değil, kendisidir ona göre. Babalıkta da harikalar yaratmıştır ve bunları anlatmaktan asla imtina etmez.
 
Çapkındır da bizim Bay Mükemmel... Aynı kadınla geçirdiği dokuz senelik hayattan sıkılmıştır. Her şey tek düzedir. Çevresinde pervane olmaya hazır onlarca kadın varken, bir kadınla hayatı geçirmeye çalışmak olacak şey değildir. Aldatır karısını... Yakalanmaktan ve kaybetmekten korkar, ama aldatmaya devam eder. Bir süre sonra bundan da sıkılır. Mutlu değildir, o heyecanı da yaşamış, hevesini de almıştır. Daha ne olsundur.
 
 
Sonra geçmişe döner...
Geçmişte yarım kalan, kendisine vakt-i zamanında deliler gibi aşık, güzel bir kadın vardır; başka bir şehirde. Madem öyle, madem bütün her şeye sahip oluyor ve ondan sıkılacak şımarıklığa bile sahip Bay Mükemmel, o halde bu kadın neden sürekli aklını çelip duruyor? Yarım kalmışlık mı? Bu kadının ona hissettirdiği, "Sana çok aşığım ama sensiz de hayatım gayet iyi..." duygusu mu... Çok güçlü bir kadın, hatta fazla güçlü.
 
Bay Mükemmel, egosunun o kadın tarafından pohpohlanmasına ihtiyacı olduğuna karar verir. Hem güçlü, hem güzel, hem kariyer sahibi, hem de kendisine geçmişte deliler gibi aşık olmuş bir kadın... 

 
Ne yapsa alamaz istediğini bu kadından Bay Mükemmel...
 
Kadın onu hem geçmişte hissettiği duyguları anlatarak pohpohlar ve mutlu eder, hem de "sana artık hiç ihtiyacım yok, hepsi geçmişte kaldı..." mesajı verir.
 
Bay Mükemmel ve egosu şok içindedir. Nasıl olur da biri tarafından reddedilir. 10 sene öncesinden nasıl ve ne kadar aşıksa kendisine bu kadın, yine öyle olmalıdır. Onu anlamalı, dinlemeli, karısıyla yaşadıkları sorunlardan bir kaçış yolu, istediği zaman sığınacağı bir liman, başını dayayabileceği bir omuz ve istediği zaman her yönüyle kendisini tatmin eden biri olmalıdır.
 
Kadının kendi hayatı, duyguları, ne hissettiği umrunda değildir. O istiyorsa olacaktır! Aksi, kitaplarda yazılsa efsane olur.
 
Kadını, bir daha kendisini görmemekle tehdit eder. "Eşimle olan sorunlarımı rahatlıkla çözebilirim aslında, ona biraz özen göstermeye ihtiyacım var. Esasen çok mutsuz da değilim" der. Kendini mi kandırır, kadını mı bilinmez ama bir yandan da, "Bak sen olmazsan eşime gider, onu mutlu ederim" mesajı verir... "
 
"Git" der kadın, "Mutlu ol... Ben seni senelerce bir başıma sevmeye çok alışmıştım. Varlığın bana tuhaf ve kabullenilmez geliyor. Üstelik ben seninle yıkılan hayatım üzerine gökdelenler inşaat ettim ve o gökdelenin en üst katına yerleştim. Çok mutluyum, aşığım, git..." der.
 
Bay Mükemmel gidemez de. Kendi kaosu içinde kaybolmuştur. Egosu ile verdiği müthiş savaşlar içinde çaresiz, zavallı ve özgüvensizdir aslında. Kurduğu özgüven duvarı, kocaman bir masaldan ibarettir. Özünde güçsüz, düşkün ve kendini bilmekten, ne istediğini bilmekten aciz bu adam, dışarıdan Bay Mükemmel, içeridense Bay Egosu Tarafından Ziyan Edilen'dir.
 
 
Esasında bir masal kahramanı gibi anlattım ama çevremizdeki "genel" adamlar bu adamlar. Şu dakika çevrenizdeki birkaç adamı düşünseniz rahatlıkla, "Evet buna benziyor aynen..." diyebileceğiniz adamlar.
 
Dıştan duvar, içten kumdan kale...
 
Egoya yenik, aslen hiçbir mükemmelliği olmadığını bildiği halde, dünya benim olsun isteyen. Herkesi kendi kucağını açtığında, kucağında olacak zanneden...
 
Ve duvar gibi kadınlar var. Yıllar öncesinin aşkını, yıllar sonra bu Bay Mükemmel'in egosuna yedirtmeyen. Geçmişine ve geçmişte kalmış aşkına sahip çıkan, gururunu, karakterini ve kalbini asla hafife aldırmayan...
 
Adam şapkasına rastladı sokakta
Kimbilir kimin şapkası
Adam ne yapıp yapıp hatırladı
Bir kadın hatırladı sonuna kadar beyaz
Bir kadın açtı pencereyi sonuna kadar
Bir kadın kimbilir kimin karısı
Adam ne yapıp yapıp hatırladı

Yıldızlar kıyamet gibiydi kaldırımlarda
Çünkü biraz evvel yağmur yağmıştı
Adam bulut gibiydi, hatırladı
Adamın ayaklarının altında
Yıldızların yıldız olduğu vardı
Adm yıldızlara basa basa yürüdü
Çünkü biraz önce yağmur yağmıştı.
 
Cemal Süreyya