27 Nisan 2016 Çarşamba

Ya Şarkılar Olmasa...

Mutluyken müziğe veririz kendimizi...
Mutsuzken de öyle...
Çalışırken bazen... Arabada giderken... Bebek uyuturken bile melodiler vardır dilimizde. 

Sahi ne yapardık şarkılar olmasa? 

Bir şarkı var ki benim için çok özel... Ne zaman işten güçten bunalsam, uzaklaşmak istesem ve ne zaman güzel şeyler düşünmek istesem dinlediğim, benim için klibi de kendisi de çok güzel olan bir şarkı. Her dinlediğimde giderim. Batıya, Ege'ye... Klibi oldukça eski olsa da izlemekten sıkılmam bıkmam.

Yoğun bir iş günü daha arkada kalırken ve iş stresi kafamda evrile çevrile dönüp dans ederken, açtım güzel şarkımı... Keyfimde %100'lük bir yüklenme oldu. 

Sahiden ne yapardık hayatımıza yıldızlar katan şarkılar olmasa... Mesela ben dakikalardır yukarıdaki fotoğrafta gördüğünüz yerdeyim. Daha da dönemedim. 

Şarkımı dinledikçe de sanırım dört tarafı kapalı bu ofise geri dönemeyeceğim. 

Belki sizlere de benzer etkiyi yapar diye, burada paylaşıyorum şarkımı... 

Haftayı ortaladık, haftasonuna ve yaza şurada ne kaldı ki :) 

25 Nisan 2016 Pazartesi

Behzat Ç: Bende Bit(e)meyen Bir Serüvenin Adı


Bazı insanların dizi-sinema kültürü vardır. Nasıl özenirim anlatamam. Bende zerrece yoktur çünkü o kültürden. Bir ortamda tipik Amerikan dizilerinden bahsederler, her bölümünün birbirinden heyecanlı olduğunu söylerler, ben sohbete hep Fransız...

Bunun sebebi, bir şeye saatlerce konsantre kalamamam belki. Sürekli hareket etmek zorundayım, sürekli bir heyecan bulmak zorundayım. Bir eski Türk filmlerine bayıldım şu hayatta, bir de Behzat Ç'ye... Bir ara Game of Thrones izlemeye çalıştım, denedim, izledim de... Ama cık... Kesilen boyunları, çıkarılan gözleri bünyem kaldırmadığından olsa gerek, kabak tadı verince bıraktım Stark katliamı sonrası :)

Behzat Ç'yi ilk izlediğimde, taze avukattım. O zamanlar tabii iş seçme şansımız yok, ne iş olursa yapıyoruz hesabı, devletten gelme ceza dosyalarını takip ediyordum yoğunluklu. Gündüzlerimin gecelerimin Emniyet Genel Müdürlüğü'nde, karakollarda sonlandığı oluyordu aniden gelen telefonlar nedeniyle. İşte bu diziyle de tam o dönemde tanıştım. 

1- Dizi Ankara'da çekiliyor,
2-Emniyetin daha samimi anlatıldığı ikinci bir dizi görmedim,
3-Bu dizide her şey doğaçlama...

Sanırım anahtar kelime samimiyet olunca, bu dizi beni içine nasıl çektiyse, sanki Behzat Ç amcam, Harun kuzenim, Akbaba ve Hayalet de kankilerim oluverdi. İzlemekten bıkmak bir yana, gözümü alamadığım bugüne dek tek dizi olmuştur Behzat Ç. 

Her gün geçtiğimiz sokaklarda çekilmesi de cabası. Dün rakı içtiğiniz mekanda, bir bakıyorsunuz dizinin yeni bölümü geçiyor. Kısacası, istisnasız yerli diziler içerisinde en başarılı bulduklarım arasında ilk üçtedir Behzat Ç. Daha öncesinde de bir Süper Baba oldu hayatımda, bir de Perihan Abla. Samimi diziler seviyorum ben belli ki...

O kadar ki, Behzat Ç bitti biteli, başka hiçbir dizi izlemedim, şaka değil :) 


Geçtiğimiz aylarda, bu diziyi hiç izlememiş bir avukat arkadaşıma önerdim. Dedim YouTube'dan lütfen bir-iki bölüm izle...

Önyargılıydı kendisi, izlemem filan dedi önce. Sonra başlamış izlemeye... Kaç bir-iki bölüm... Bizimki bir baktım 55'e gelmiş, derken diziyi bitirmiş :) Bende bir kıskançlık hasıl oldu anlatamam. Behzat Ç izlememiş ve en baştan izleyen şanslı bir insan vardı karşımda. Derken ben de başladım baştan izlemeye. Mümkün olduğunca günde bir bölüm, bazen bir bölüm iki günde.

Dizi derken Amerikan dizileri tarzı da değil üstelik. Bir bölümü 1 saat 40 dakika sürüyor. Haliyle durum bu olunca, evde Ipad'le gezer oldum. Mutfakta, yatakta, salonda habire Behzat Ç önümde. İzlemek için bir hafta beklemek gerekmemesi de cabası. 

Onu da geçtim, diziyi nasıl bir sindirerek izlediysem, kaç kere rüyalarıma girdi :) 

Bu haftasonu da yine 4 bölüm birden hakladım ve 62. bölüm de dün itibarıyla bitti. 

37 bölüm kaldı demek oluyor bu ve ben şimdiden üzülüyorum. 

Dün izlediğim 61. bölümde, Behzat Ç ve savcı Esra'nın nikahı vardı :) Baktım tam bir ay sonra benim evleneceğim yerde, en sevdiğim dizinin karakterleri de evlenmiş. Nikahım iyice bir heyecan verdi bana, içim kıpır kıpır oldu bir anda...


Tunalı Hilmi'de oynanan Ankara havasından, Cinnah caddesindeki düğün konvoyuna kadar, her detay nasıl güzel olabilir ki bir dizide?

Hala bu diziyi izlemeyen Ankara'lı var mı sahiden aranızda?

Önyargılarınızı yıkın, kendinize müthiş bir iyilik yapın ve bence bu diziyi YouTube'dan izlemeye başlayın...

Herhalde bin bölüm çekilse bin bölüm izlerdim, herhalde ertesi gün ÖSS olsa ve bu dizi geceyarısı yayınlansa, oturur izlerdim. Bende öyle derin, öyle güzel, öyle istisnai bir yeri var bu dizinin... 

Çok fazla şey söyler ve yazarım hakkında ama, izlememiş olanlara ipucu vermek istemiyorum hiç. Bu dizide her karakter, kendi bazında ele alınıp değerlendirilmeli. Ne kadar hayatın içinden insanlar olduklarına hayret edeceksiniz emin olun...

Her güzel şeyin kısa sürmesi gibi, 100 bölüme ulaşamadan bu güzel dizi de "bazılarının sinirini bozup" kaldırıldı yayından... Ne değişti derseniz, hiçbir şey... Dizi efsane oldu kaldı yüreklerimizde. Ekşi sözlüğü açıp okursanız, bana hak verirsiniz sanıyorum. Hakkında bu kadar konuşulan ikinci bir Türk dizisi yok :) 

Pek çok dizi var görüyorum yıllardır kanallarda dönüp duruyor. Kimseye haksızlık etmek istemem, polisiye diye birine gözüm ilişti... Yok anacım, samimiyetin S'si yok dizide. Dedim böyle polisiye olmaz, ben bunu izlemem :) 

Amirimi ve dizi ekibini çooook özledim çok... İyi ki teknoloji var da, oturup en baştan izleyebiliyorum. Beni bugüne kadar hiçbir şey böyle hipnotize etmedi. 

Hayatıma yıldızlar katan yegâne dizidir bende Behzat Ç... Bitmeyen bir serüvendir ayrıca. Evde sıkılıp duruyorsanız, kanalların sıkıcılığında boğuluyorsanız, şiddetle tavsiyemdir. 

Hayatınıza yıldızlar katmak için izleyin ve beni anın :) 

Herkese mutlu haftalar !



18 Nisan 2016 Pazartesi

Çakra ve Aura Temizliği Deneyimim !


Sizin enerjiyle, çakralarla, meditasyonla aranız nasıldır? 

Benim oldukça iyi diyebilirim. Hayatıma yıldızlar katmak için, 2002 senesinden beri Osho kitaplarını ilgiyle okurum, bazı yerleri döner tekrar okurum, altlarını çizerim. Osho'nun kendi içerisinde bile insanı şaşırtan ve sorgulatan önerilerini, düşüncelerini okumaktan keyif alırım. Önerdiği meditasyonları, bire bir kendi öğrencisi ile deneyimlemişliğim ve çok çok iyi sonuçlar almışlığım vardır.

Kısacası evrenin ve düşüncelerin birer enerji olduğuna ve evrende dilediğimiz, dilemediğimiz, istediğimiz, istemediğimiz, yaptığımız veya yapamadığımız her şeyin enerji kaynaklı olduğuna inanırım. 

Bu bambaşka bir ilgi alanı elbette. Son zamanlarda Reiki'ye merak sardığımı paylaşmıştım bundan önceki yazılarımdan birinde. Bu konuda aşama kaydettiğimde yine paylaşıyor olacağım. 

Bugünkü yazımın esas konusu, dün deneyimlediğim ve gerçekten şaşırdığım çakra ve aura temizliği meselesi. 

Oldukça sağlıklı ve mutlu bir insan olduğumu söyleyebilirim, şükürler olsun ki... Fakat son zamanlarda, çevremde negatif enerjisi çok yüksek insanların artışı, negatif toplumsal olaylar, iş stresi, evlilik telaşesi derken vücudumun dengelerini bozduğumu hissediyordum. Sanki bir şeyler sinyal veriyor da, bana "bizi düzelt" mesajı veriyor gibiydi.

Yine bundan önce bir yazıma konu ettiğim kulak çınlaması illeti de bu dönemde baş gösterince ve ben, doktor kapıları ve görüntüleme merkezlerini aşındırmaya başlayınca, yüksek bir enerjiye ihtiyacım olduğunu farkettim.

Osho'nun öğrencisi olan çok sevgili Mareechi Asu ve değerli eşi İzmir'e taşındıklarından beri Ankara'da meditasyonsuz ve mutsuz kalmıştım. Her ne kadar insan kendi kendine uygulama yapabilse de, kalabalıkla uygulanan meditasyonun bambaşka bir elektriği oluyor. 

Bu defa, çakra ve aura temizliği ile ilgili bir arayışa giriştim. Uzun araştırmalarım beni, Türkiye'de bu konudaki en iyi isimlerden birine götürdü. Tesadüfen kendisinin bu haftasonu Ankara'da olduğunu da öğrenince, derhal dün için bir randevu aldım. Ve dün akşam kendisiyle tanışma ve süper bir deneyim edinme fırsatım olabildi. 

Öncelikle, kalp çakramın arka bölümüne elini koyarak başladı çalışmaya. O an elini koyduğu yerde, bıçakla kesiyorlarmış gibi bir sancıma oldu. Yaşamadan anlaşılabilecek bir şey değil... Dakikalar geçtikçe vücudumda birtakım sıcaklıklar hissettim. Omurgamdan yukarı-aşağı bir ışık süzülüyormuş gibi... 

Bu esnada kendisi bana uygulamaları ile ilgili bilgi veriyor ve tatlı tatlı sohbet ediyordu. Ben istemsizce enerjinin akışına kendimi bırakıp gözlerimi kapattım. Sadece şunu diyebilirim ki, soyut olarak buradan aktarmamın hiçbir mana içermediğini biliyorum. Yaşamak ve deneyimlemek, o enerjiyi bire bir bulmak şart.

Kalp ve boğaz çakralarımda tıkanmalar ve tortular olduğunu söyledi, uzun bir süre bu bölgeler üzerinde çalıştık. Tepe çakram ve alın çakramın son derece iyi çalıştığını ve aktif olduğunu da belirtti. Birtakım toplumsal olaylardan çok kolay etkilendiğimi, bunlara anlam verememenin ve cevap bulamamanın beni çok yorduğunu ve üzdüğünü, bu nedenle de bu tıkanmaların yaşandığını belirtti.

Bir saat on beş dakika kadar süren çalışmada bana, negatif olaylarla, kişilerle nasıl baş edebileceğimi, kötü hissettiğim durumların üstesinden nasıl gelebileceğimin bilgisini aktardı. 

Çalışmanın sonunda bütün vücudumda kocaman bir alev topu varmış gibi sıcak ama keyifli ve farklı hissediyordum. Eve gittiğimde, limon dilimli suyumu içip duşumu yaptım. Ve bu sabaha bu enerjileri düşünerek ve zor bir şeyle karşılaştığımda baş edebileceğime daha net inanarak başladım. 

Hayat hepimizi yoruyor ve zaman zaman zorluyor; bu bir gerçek.

Aslında yapmamız gereken tek şey, mücadele etmek için gayret etmek. Bazen çok tıkandığımız ve bunaldığımız zamanlar olsa da, karşılaşılan hiçbir problem çözümsüz veya aşılamaz değil. İnanmak ve içimizdeki enerjiyi yönetmek, bu enerjiyi dış dünyanın enerjisiyle dengelemek önemli olan. Bunu öğrenmek için de, gerçekten bu işe gönül veren kişilerin kitaplarını okumak veya deneyimlerinden faydalanmak yeterli olabiliyor.

Açıkçası ben kendimi bir nebze daha iyi ve mutlu hissediyorum bugün. Elbette zor anlarda neyi ne kadar öğrendiğim daha bir açıklık kazanacak ama, en azından baş edebilme yöntemlerini biliyor olmak bile bana mutluluk veriyor şu anda. 

İlginç bir deneyimdi. 
Merak eden ve yaşamak isteyenlere önerebilirim gönül rahatlığıyla. 

Piyasada bunu yalan-yanlış ve kulaktan dolma bilgilerle yapan, "uzman" olduğunu iddia eden pek çok kişi var. Araştırmanızı iyi yapmanızı ve size yardımcı olmasını istediğiniz kişiyi iyi seçmenizi önerebilirim size. 

Deneyimlerimle ve düşüncelerimle ilgili tüm sorularınız için bana, goddess.artemis83@gmail.com adresinden ulaşabilirsiniz :) 

Hayatımıza yıldızlar katmak için, enerjilerin en güzellerini yönetebilmek ve dış dünyanın enerjisi ile içimizde, en sağlamından bir köprü kurabilmek dileğiyle.

Mutlu haftalar... :) 

15 Nisan 2016 Cuma

Koca Kafalı Gül Buketi Güzelliğindeki Dostluklara...


99 senesinden beri "dostum" dediğim biri var... Dost demek sürekli görüştüğümüz insan mıdır? Ya da dost demek her an kapımızı çalabilecek olan mıdır? Bu dostum, 2003 senesinde Canada'ya gitti. Esasen dil okulunda okumak için gitti ama sonrasında orada kaldı... Önce çalışma izni aldı, sonra göçmen oldu ve iki sene evvel de vatandaşlığını aldı.

Uzaklarda olduğu için onu özlesem de, Türkiye'de iken de o İstanbul'da ben Ankara'da olduğumuzdan görüşmelerimiz telefonla olurdu çoğunlukla. 

Saatler yoktu bizim dostluğumuzda.
Gece 4 ve canım mı sıkkın? Arardım onu... Bilirim ki niye uyandırdın demez, bilirim ki yardımcı olmak için gecenin o vaktinde bile uğraşır durur. 

Bunları şunun için anlattım... 

Geçtiğimiz sene yine bir gün, ofise çok keyifsiz gittim. Modum düşük, mutsuz ve kendimi son derece kötü hissettiğim bir gündü. Nasılsın diye mesaj geldi. Modum çok düşük dedim.

Tek söylediğim bu oldu. Yaklaşık 2.5 saat sonra, dünyada gördüğüm en koca kafalı gül buketi masamın üzerindeydi :) Yüzümdeki mutluluğu anlatabilmem mümkün değil. Koca kafasına baktıkça güllerimin, tebessüm yüzümde gülüşe dönüştü. Aradaki saat farkını bile hiçe sayıp beni mutlu etmek için çabalayan bir dostum vardı çünkü...


Bazen kendimi yapayalnız hissetsem de, bilirim ki telefonun bir ucunda dostum var. Niye aradın demez, müsait değilim demez, hiçbir şey söylemeden ve katiyyen sorgulamadan sadece dinler...

O halde bu akşamki güzel şarabımız, mesafe dinlemeyen ve yürekten gelen, koca kafalı gül buketi güzelliğindeki dostlukların şerefine olsun...

Hayatımıza yıldızlar katmak için, dostlarınıza ona değer verdiğinizi söylemenin belki de şu an tam sırasıdır! :)

13 Nisan 2016 Çarşamba

Her Şeyin Başı Sağlık...


"Her şeyin başı sağlık" derler...
"Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi" derler... 
"Sağlıktan ötesi yok" derler...

Hepimiz iyiyken, vücudumuzda her şey yolundayken kendimize dışsal mutsuzluklar buluruz. İş yerinde birine kızmışızdır, tuttuğumuz takım yenilmiştir, sevgilimiz mesajımıza geç cevap vermiştir, trafikte biri bize yol vermemiştir... Öyle çok şeyi takıntı ve üzüntü meselesi haline getiriyoruz ki...

Bir gün sağlıkla ilgili bir sıkıntı yaşadığımızdaysa, her şey ne kadar boş geliyor ve eskiler gibi biz de tekrarlamaya başlıyoruz... "Her şeyin başı sağlık..."

Bundan üç hafta kadar evvel, bir anda başlayan bir kulak çınlaması var bende. 7/24 sol kulağımda nabzımı duyuyorum. Eğildikçe kalktıkça bir rüzgar esiyor kulağımın içinde adeta. Uyumayı bile engelleyecek bir ses...

İki kulak burun boğaz uzmanı, bir nöroloji uzmanı, bir göz doktoru, üç ayrı odyoloji uzmanı, bir bioenerji uzmanı, bir kulak burun boğaz uzmanı daha... Bir aydır neredeyse görüntüleme merkezlerinde yatıp kalkıyorum. MR'lar, tetkikler, sonu gelmez işitme testleri. Gerçekten yorgun düştüm.

Evlilik hazırlıkları aşamasında, gitmem ve yapmam gereken işlerin yoğunluğu yetmezmiş gibi bir de sürekli doktor ve görüntüleme merkezleri arasında mekik dokuyorum. Sonuç, bir haftadır kullandığım ilaçlara rağmen sıfır...

Kulak çınlamasının binlerce sebebi olduğu, genel olarak tedavisinin mümkün olamadığı, bununla yaşamaya alışmak gerektiği, aklımızı takmamamız gerektiği gibi yüzlerce enstantene... Sene 2016 ve kulak çınlaması diye bir şeyin çözümü yok.

Benimkinin sebebinin, strese bağlı kulak içi basıncında artış olmasından kaynaklandığı söylendi. İki ilaç ve nikahtan sonra büyük ihtimalle geçeceği telkiniyle eve yollandım. Ama bir haftadır kullandığım ilaçlara rağmen hiçbir gelişme yok.

İki gecedir beni uyutmuyor, uykudan kaldırıyor, tekrar uykuya dalmak için müzik açmam gerekiyor. 

Bazı hastalıklar vardır ya hani, "Allah düşmanıma vermesin" deriz. Bütün kalbimle ben de bunu diliyorum.

Düşünsenize, herhangi bir yerinizde bir ağrı yok, acı yok ama kulağınızda, nedeni de bulunamayan ve bazı günler sizi işinizden gücünüzden edecek kadar şiddetli bir uğuldama var. Gerçekten tahammül gücümün azaldığını hissediyorum.

İnsan her şeyle yaşamaya alışıyor derler de, ben bununla yaşamaya inanın alışmak istemiyorum.

Genel itibarıyla hep pozitif, güleryüzlü bir insanım yaşamımda. Olumlu bakmanın, olumlu şeyleri getireceğine inananlardanım. Ama ilk kez bir konuda umutsuzluğa kapıldım. Düşünüyorum düşünüyorum, nasıl alışırım buna geçmezse bilmiyorum. 

En azından bu da bir şeye vesile oldu diye Polyannacılık yapmaya çalışıyorum.

Reiki'ye merak sardım ve Reiki öğreniyorum :) Her işte bir hayır var, belki enerjileri şifaya çevirmeyi de başarırsam kendimin çözümü bile olabilirim. 

Okuma ve anlama kısmı iyi gidiyor da, uyumlama alacak birine henüz ulaşamadım. Bildiğiniz, Reikiye gönül veren ve birinci aşama uyumlamasını alabileceğimi düşündüğünüz biri olursa yardımlarınıza ve önerilerinize açığım.

Uzun lafın kısası, gerçekten başımıza gelince anlıyoruz ama sağlık, sağlık, sağlık... Daha ötesi sadece teferruattan ibaret.

Hayatımıza yıldızlar katmak için, daha sağlıklı günlerde buluşmak dileğiyle :) 

12 Nisan 2016 Salı

Özlediğim Şehir: New York...-4 / SON


New York seyahatimin son bölümüyle karşınızdayım. Bana sorsanız New York belki 50 yazıya konu olabilir ama hap tadında tavsiyeler paylaşıp en azından gidenlere minik ipuçları vermeyi tercih ediyorum :) Küçücük nacizane tavsiyelerim olabilirse ne mutlu...

New York'ta, çoğu kentte olduğu üzere bir Çin Mahallesi mevcut. Çin Mahallesi'nde devasa Çin marketleri, Çin restoranları, Çin'den gelme ürünlerin satıldığı mağazalar bulmanız mümkün. Esasen Türkiye'de de Çin malından geçilmediği için, ürün bazında çok çeşitlilik var diyemem :) Ama konu yiyecek ürünler olunca, marketlere bir uğramanızda fayda var. Çoğu bizim yiyemeyeceğimiz şeyler de olsa, Çin kültürünü öğrenebilmek adına burada vakit geçirmek hoşunuza gidecektir diye düşünüyorum. Metro ile ulaşımı son derece kolay. Bence yarım gün ayrılıp görülmesi gereken bir muhit. 

Çin Mahallesi bitiminde, yukarıdaki fotoğrafı çektiğim Budist Kilisesi'ne rastladım. Daha önce birkaç kiliseyi görmüş ve fotoğraflamıştım başka şehirlerde. Ama Budist Kilisesi'ne hiç denk gelmemiştim. Gerçekten diğer kiliselerden oldukça farklı bir ambiyansı var. İçeride sürekli devam eden çok naif bir müzik vardı. Esasen fotoğraf çekmek yasaktı ama dayanamadım ve rahatsız etmeden çektim. Ben gittiğimde herhangi bir tören yoktu. Ama dediğim gibi ambiyansı çok hoşuma gitti. Tören varken görebilmeyi çok isterdim. 

Bu bölgeye giderseniz uğramanızı tavsiye ederim.


Bunun yanında yine Hristiyan bir ülkedesiniz, pek çok kilise ve daha büyüklerini göreceksiniz elbette. Yukarıdaki fotoğraf ise, çok merkezi bir yerden. Apple Store'nin hemen çok yakınında bulunan kilise... Oldukça görkemli görünüyordu ve ben de girdim. Girdiğime de çok memnun oldum. Duvardaki desen ve süslemeler gerçekten inanılmazdı. 

Girdiğimde birkaç kişilik bir ayet vardı ve peder birtakım dualar okuyordu bu gruba. Dinlemek hoşuma gitti bir süre huşû ile dinledim. Çok çok yüksek tavanlı bir kilise idi. 

                        

Kilise demişken, Dünya Ticaret Merkezi'nin hemen yanında yer alan kiliseden bahsetmemek olmaz. Bildiğiniz gibi Dünya Ticaret Merkezi, 11 Eylül saldırılarının hedefi olmuş ve birçok insan bu elim terör olayında hayatını kaybetmişti.

Buraya gittiğinizde, terörün hiçbir şekilde ırkı ve dili olmadığını bir daha anlıyorsunuz. Kilise bahçesinde denk geldiğim yukarıdaki tabelada, saldırıdan sonra yıkıntıların ve enkazın Aşağı Manhattan'a dolduğu, bu enkazlar arasında perdeler, monitörler, kağıtlar gibi pek çok şeyin yer aldığı ve yeniden yapılanmanın ancak 2 sene geçtikten sonra yapılabildiğinden bahsediyordu. Gerçekten günahsız insanların, evrenin neresinde olursa olsun, ölmeleri çok acı.

Kilise içine girdiğinizde, bu kilisenin diğerlerinden çok farklı bir havası olduğuna şahit olacaksınız. 11 Eylül saldırılarında hayatını kaybedenlerin aileleri tarafından onların eşyaları, fotoğrafları ve anıları ile doldurulmuş bu kiliseyi ben isimlendirsem, "Sorrow and Mourning Church" (Hüzün ve Yas Kilisesi) derdim herhalde. Yine de hayatını kaybedenlerin fotoğraflarına bakmaktan ve onlar için dua etmekten geri kalmadım. 

Keşke lanet terör, dünyanın her yerinde bitse...



Bir gün de minik bir çılgınlık yapıp, ünlü köprüden yürüyüp Brooklyn tarafına geçtim. Malumunuz Brooklyn daha avam bilinen ve elit olmadığı söylenen bir bölge. Esasen görünürde böyle bir şey olmasa da, diğer muhitlerden biraz daha boş oluşuyla bunun doğru olabileceğini bana ispatladı. 

Siyahi Amerikalıların yaşadığı bir bölge. Size biraz rahatsız edici baktıklarına şahit olabilirsiniz. Turist izlenimi vermeyin yeter. Ben saf saf makineyle sürekli bir şeyler çektiğim için turist olduğum gayet anlaşıldı :) 

Yine de tek başınıza gidemeyeceğiniz denli güvensiz bir bölge değil. Endişe etmeyin. En azından o meşhur köprüden geçin ve aşağıdaki manzaranın tadını çıkarın. 


Köprünün hemen ayağında Manhattan'ın görkemli gökdelenlerini seyredip kafanızı dinleyebileceğiniz bir sahil mevcut. Gördüğünüz gibi ayaklarını denize sokanlar bile vardı. 
Fotoğraflamaya değer. Burada küçük ve güzel bir park var. Haftasonu gittiğimden olabilir, park oldukça kalabalık ve hareketliydi. 



Park denince, New York'ta herkesin aklına ilk olarak Central Park geliyor. Central Park'ı ziyaret ettim. Gerçekten çok büyük ve onca taş bina arasında bir vaha gibi. Ama yine de beklediğim ihtişamı daha doğrusu filmlerde gördüğüm o görkemi niyeyse bulamadım. 

Yine de elbette NY'a gidiliyorsa ziyaret edilmesi mutlaka gerekli olan yerlerden biri. Ama benim favorim, küçük olmasına karşın düzeniyle, yeni yıl kutlamaları kapsamında kurulan alışveriş standlarıyla şehrin göbeğindeki Bryant Park oldu... 

Keyifli ve huzur veren bir park. Kahvem ve kitabımla saatlerce bu parkta sıkılmadan oturabilirim. Ayrıca etrafında pek çok cafe-bar mevcut. Son derece de merkezi bir yerde. Mutlaka uğranması gereken yerler listenize eklemenizi öneririm. 

Kısacası New York, filmlerde ve dizilerde gördüklerimizden çok daha fazlası. Keşfedecek, gezecek o kadar çok yer var ki... Ben yazılarımda sizlere hep açık hava yerlerden bahsettim mesela. Oysa gezecek onlarca müze var örneğin... Seyahatinizin içeriğine göre akışına bırakmakta ve nerelere gideceğinizi o zamanki modunuza göre planlamanızda fayda var.

Gidin, görün, keşfedin... Her türlü sorunuz için bana goddess.artemis83@gmail.com adresinden ulaşabilirsiniz :)

Hayatıma yıldızlar katan, en özel ve son zamanlarda en özlediğim şehirlerden biri New York... 

Alicia Keys'in o muhteşem şarkısında söylediği gibi, "...There's nothing you can't do, now you're in New York..." (Yapamayacağın hiçbir şey yok, şimdi New York'tasın...)


11 Nisan 2016 Pazartesi

Özlediğim Şehir: New York...-3


Tekrar merhaba... 
Hayatıma yıldızlar katmak için yaptığım seyahatlerden New York seyahatinin, sondan bir önceki paylaşımı ile sizlerle birlikteyim :) 

Bundan önceki yazımda, bu yazımda size New York'a gidip bunca muhteşem ve efsane markayı bir arada görüp, nereden en ucuz alışverişi yapabileceğimizi aktaracağımı belirtmiştim. Dünyanın bir ucuna gitmişsiniz ve sevdiğiniz, hayranı olduğunuz yüzlerce markanın başkenti burası. Alışveriş yapmamak, yapmadan durabilmek pek mümkün değil :)

İlk birkaç gün sokaklarda caddelerde dolandınız, güzel yemekler yediniz. Caddelerdeki ünlü markaların mağazalarına daldınız ve biraz hayalkırıklığı yaşadınız, çünkü dolar kuru nedeniyle her şey oldukça pahalı. 

O halde sizi, buraya alalım :) 

    

Woodburry Premium Outlets, New York'un biraz dışında bir outlet alışveriş merkezi. Alışveriş merkezi denince aklınızda kapalı bir alan canlanmasın. Kocaman bir bahçe düşünün ve açık havada, yan yana dizilmiş onlarca markanın tek tek kocaman mağaza ve butikleri olduğunu düşünün. Aklınıza gelebilecek markaların tamamına yakını bu outlette var. Gittiğiniz anda nereden başlayacağınızı düşünüp allak bullak oluyorsunuz. Buraya en az 2-3 gün ayırmanızı öneririm eğer gerçekten almak istediğiniz çok fazla şey varsa. 

Başı var sonu yok derler ya aynen öyle. Bir günde bitirebilmek imkan dahilinde değil. Yukarıda verdiğim linkte, outlette mevcut markalara ulaşmanız da mümkün.



Burada, piyasa fiyatına yakın ürünler bulabileceğiniz gibi, gerçek anlamda sizi şaşkına çeviren fiyatlara ürünler bulmanız da mümkün. 

Jimmy Choo, Tommy Hilfiger, DKNY bana başlı başına aklımı kaybettiren mağazalarda ilk üçe oynar. Tommy Hilfiger fiyatları Türkiye'dekinin neredeyse dörtte biri olduğundan mağazayı toplamamak mümkün değil :) 

DKNY deseniz 30 TL'ye çok kaliteli t-shirtler bulabiliyorsunuz. Türkiye'de 350-TL'den az olmayan bir şeyi burada 80-TL civarına alabiliyorsunuz. Gerçekten mantıklı hareket etmek ve çıldırmamak lazım :) 

Tüm outlet'i talan ettikten sonra karşıma çıkan tek Türk Markası'nın SARAR olduğunu belirtmeden geçemeyeceğim :) Rağbet var mıydı derseniz, içeride pek kimseyi görmedim ama orada bir Türk markasının varlığı belirsiz bir gurur verdi bana. Dilerim ben bu yazıyı yazana kadar SARAR mağazası orada kapanmamıştır :) 

Çok fazla alışveriş yapıp eliniz kolunuz dolu hale geldiyseniz üzülmeyin. Hemen giriş kapısının yanında, dolap kiralama birimi var. Aldıklarınızı kiraladığınız dolaba koyup koyup alışverişe devam edebilirsiniz. Tabii ki sonra bir de o poşetleri taşıması var, onu da unutmamak lazım :) Üstelik yine bu giriş kapısının yanındaki danışma biriminden, otulet haritası alabilir ve gitmek istediğiniz mağazaya en yakın varışı bulabilirsiniz. Kısacası burada alışveriş için neredeyse her şey düşünülmüş. 



Aklıma geldi, unutuyordum. Bu outlette beni deli eden mağazalardan biri de Yankee Candles mağazası oldu. Yankee Candle mumlarına, Tepe Home mağazalarından aşinayız aslında. Bir sürü çeşidi olan, cupcake kokulusundan yeni biçilmiş çimene, yeni yıkanmış çamaşır kokusundan taze budanmış gül kokusuna kadar inanılmaz kokuları olan tüm mumları aynı mağazada görmek dehşet vericiydi!

Yine buradaki fiyatlardan oldukça ucuza bu mumlardan bulabilirsiniz. Tabii ki mumlar biraz ağır olduğundan gönlümce alma fırsatım olmadı ama o mağazada geçirdiğim zaman belki de outlette geçirdiğim en keyif verici zamanlardandı :) 



Pekiiiii, arabanız yoksa bu outlete nasıl ulaşabilirsiniz? Gayet güzel bir soru. 

Ben, Times Square yakınında, Y Hotel'de kaldığımı paylaşmıştım sizinle. Times Square ve Y Hotel'e çok yakın olan New York terminali, Port Authority Bus Terminal'dan, outlete otobüsler kalkıyor. Yine outletten aynı terminale de dönüşler belli saatlerde mevcut. Ulaşım oldukça basit fakat biletlerinizi önceden rezerve etmenizde kesinlikle fayda var.

Ben şu firmayı kullanarak bilet aldım ve oldukça memnun kaldım. Yolculuk 45 Dakika - 1 saat arası sürüyor. Çevreyi izleye izleye keyifle gidebiliyorsunuz. 

Minik bir uyarı eklemeden geçmek istemedim. New York Otobüs Terminali biraz ilginç bir yer. İlginç derken öncelikle kesinlikle güven vermiyor, oldukça ürkütücü bir yer :) Akli dengesini kaybetmiş veya evsiz olup sizden para isteyen pek çok insanı burada görebilirsiniz. İçerideki asansörleri kullandığımda, şahsen benim ödüm patlamıştı :) 

O yüzden terminalde gözünüzü açık tutmakta ve size doğru gelenlerle çok muhatap olmamakta fayda var. Bilhassa yalnız bir gezginseniz, bu tavsiyemi aklınızda tutmanızı öneririm. 

Şimdiden keyifli alışverişler! :) 



8 Nisan 2016 Cuma

Özlediğim Şehir: New York...-2




New York yazı dizimin ikincisi ile karşınızdayım. Esasen bu yazı dizisini, üç yazı ile bitirmek niyetindeydim ancak dördüncü veya beşinci de gerekebilir gibi görünüyor. Çok uzun ve sıkıcı yazmak yerine küçük ve herkese faydalı bilgilendirmelerle sizlerle deneyimlerimi paylaşmayı hedefliyorum. 

Dünkü yazımda, Times Square meydanına oldukça yakın olan Y Hotel'de konakladığımı, yalnız bir gezgin olarak otelden çok memnun kaldığımı ve muffin-kahve eşlikli teras kahvaltılarını anlatmıştım. Yukarıdaki fotoğrafa, yazıdan sonra denk geldim. Aynen bahsettiğim konseptte, otel müşterilerinin muffinlerini yiyip terasta kahvelerini yudumladıklarını görüyoruz. Kırmızı t-shirt'lü amca ise, kendisinin fotoğrafını mı çektiğimi anlamaya çalışıyor :) 

Otelin terasının hoş bir New York manzarası var. 



New York'a gittiğinizde, yiyecek-içecek konusunda sıkıntı çekmeyecek olmakla birlikte, yer bulmak ve rezervasyon anlamında pek çok problem yaşayacağınızı üzülerek belirtebilirim. 

Her yer o kadar kalabalık ki, bir-iki gün öncesinden rezervasyon yaptırmalı ya da saatler öncesinden, restoran girişindeki görevlilere isminizi yazdırıp beklemeyi göze almalısınız. 

Bu önereceğim mekan, New York'a gelip, deniz mahsüllerini sevenler için mutlaka gidilmesi gerekenler arasında. Bubba Gump Shrimp. 

Restoran (ki artık dünya çapında bir restoranlar zinciri), 1996 senesinde, Forrest Gump filminden esinlenilerek kurulmuş. Şu an dünya çapında hizmet eden bu restoranda göreceğiniz ekranlarda, sürekli olarak Forrest Gump filmleri dönüyor. Üstelik masalarda, garsonları çağırmak üzere "Run Forrest Run" uyarılarını görebilirsiniz. Bunun sebebi de restoranın filmden esinlenilerek kurulmuş olması. 

Biz, kışın en soğuk günlerinden birinde, buradaki görevliye ismimizi yazdırdığımızda yaklaşık 38. sıradaydık :) 

İsimleri okuyan görevli, yukarıdan birileri yemeğini yiyip kalktığında, sıradaki talihliyi anons ediyor :) Durum tam olarak böyle! Görevlinin, "...and our next winner isssss......" şeklindeki çağrılarıyla talihli grubumuz, bekleyen diğer müşterilerin alkış ve ıslıkları ile üst kata gönderiliyor. Gerçekten efsane bir ortam var :)


Mekan oldukça geniş ve ferah ama yetmiyor işte. Neyse, kendinizi bir şekilde üst kata attıktan sonra, sıra ne yiyeceğinizi seçmeye geliyor. Menü oldukça kalabalık ve usulünü anlamanıza imkan olmayan, sayısız karides seçeneği karşılıyor sizi. Bu noktada endişe etmeyin, çünkü ne yerseniz yiyin büyük ihtimalle memnun ayrılacaksınız :)

Üstelik garsonlar son derece ilgili ve ne yemeniz gerektiği konusunda sizi çok güzel yönlendiriyorlar. Ayrıca bu garsonlar o kadar samimi ki, bizim masamıza yiyecekleri getiren Tim, bizimle fotoğraf bile çektirmişti :) 


                         

Ve yemekleriniz geldiğinde bir an gözleriniz büyüyor. Evet sağlık adına hiçbir sağlıklı yönü yok ve çoğu kızartmadan müteşekkil ama müthiş bir görsel şölenle önce bir masaya bakakalıyorsunuz. Koku zaten baştan çıkarıcı. Yediğiniz her şey unutamayacağınız bir keyife dönüşüyor. Yanında biranızı da söylediyseniz, kalktıktan sonra biraz yediklerinizi yakmak için yürümeyi mecburiyetten saymaya başlıyorsunuz :) 

Karidesi sadece kızartma veya güveçte, en fazla tereyağda sote olarak yiyen bizler için buradaki çeşitler kesinlikle tatmaya değer! Üstelik kalkarken, beklediğinize de değdiğini farkediyorsunuz :) 




Elbette çıkışta, "Allahım amma yedim, bu yağlı şeylerle en az üç günlük kalori aldım bunları nasıl yakacağım" düşünceleri geçse de kafanızdan, hiç dert etmeyin! New York'tasınız yahu! Ne gezilecek yerler biter, ne yürünecek caddeler ve sokaklar. Dert etmeyin ve tadını çıkarın :)

Kendinizi, numaraları sırasıyla giden güzel caddelere attığınızda, "alışveriiiiiişşşş" diye fısıldayacak soldaki meleğiniz :) Zira pek çok ünlü markanın dükkanları sağlı sollu önünüzde sıralanıyor olacak. Bunların bir bölümü Türkiye'deki şubeleriyle karşılaştırıldığında gerçekten ucuz. Örneğin Guess ve Tommy Hilfiger bu markalardan ikisi. Ancak diğerleri, dolar kuru da yüksek olduğundan, Türkiye fiyatlarıyla yarışır düzeyde. 

Bir sonraki yazımda, New York'a gidip, ucuza deli gibi alışveriş yapmanın bir önerisini paylaşacağım sizlerle :) 




Gökdelenler, sarı taksiler, yoğun kalabalık, düzenli numaralandırılmış cadde ve sokaklar... Her şeyiyle görmeye değersin New York :) 


7 Nisan 2016 Perşembe

Özlediğim Şehir: New York...-1

Hayata yıldızlar katmak için, benim gibi seyahat sevenlerdenseniz, çalışırken birdenbire ara verip, ucuz uçak biletlerine bakmanız ve ucuz bilet bulup, okyanus ötesine bile seyahati göze almanız olası :) Başıma geldi oradan biliyorum. 

Yine işin oldukça yoğun olduğu bir gün, bir ara sıkılıp, tripsta.com'u ziyaret ettim. İlk kez Aralık 2012'de gittiğim New York'un son zamanlarda içimde bir özlem olmaya başladığını görünce, dayanamayıp aldığım biletle yeniden New York'ta aldım soluğu. 

New York kışın gerçekten çok ama çok soğuk olan bir şehir. İliklerinize işler ya hani bir soğuk, işte aynen öyle. Eğer New York seyahatiniz kışa denk gelecekse, mutlaka kayak malzemeleri satan dükkanlardan içlik ve dağ gezilerinde kullanılan montlardan edinmenizi öneririm. Zira sokak sokak cadde cadde gezmeyi seviyorsanız, soğuğun iliklerinize kadar işlememesi için bu önlemleri almak şart. 

Bu yazımda çok kısaca, New York'taki gezime bir giriş yapacağım. Öncelikle yalnız bir gezginseniz, New York sizi hiç korkutmasın. 10 gün bir başıma dolaştım durdum ve hiçbir sıkıntım olmadı, hiç sıkılmadım ve inanılmaz keyifli bir tatil geçirdim. İstanbul korkutuculuğunda ama daha kozmopolit, daha karmaşık ama bir o kadar da keyifli bir yer New York. Bence en azından yaşarken bir defa görülmesi gereken yerler arasında... 





Ben yalnız bir gezgin olarak, Times Square Meydanı'na yürüyüş mesafesinde ve oldukça yoğun bir bölgedeki Y Hotel'de kalmayı tercih ettim. Otel pek çok yönüyle, bildiğiniz otel konseptlerinden ayrılıyor. Örneğin burada resepsiyonist diye bir şey yok. Her şey kiosklarla yürütülüyor. Diyelim rezervasyonunuz var ve otele ulaştınız. Kapıdan girdiğinizde bir sürü kiosk karşılıyor sizi. Oradan otele giriş işlemlerinizi yaparak oda kartınızı da yine kiosktan alabiliyorsunuz. Elbette herhangi bir problemde yardımcı olmak üzere bekleyen görevliler de var burada. Ancak kiosklarda işlem yapmak oldukça kolay. 

Otel mor ve beyaz renklerin hakim olduğu orta büyüklükte bir yerdi. Fotoğrafta gördüğünüz yatak-divan benzeri şey, yatağın ta kendisi aslında :) Odaların büyüklüğüne göre, bir düğmeye bastığınızda o yatak gayet ideal büyüklüğe ulaşıyor. Yer kaplamaması için son teknolojiyle böyle bir şey yapmışlar. 

Otel genel olarak denize ve çevredeki gökdelenlere bakıyor. Yani New York'ta kaldığınızı anlamanız için gerçekten çok iyi bir otel. Her katta kahve alabileceğiniz mutfaklar mevcut. Üstelik sabahları otelin asma katında, muffin ve kahve ücretsiz. Terasta ve gökdelenler arasında kahvaltınızı edebilir, otelin gayet hızlı interneti eşliğinde Ipad'inizde günlük haberleri okuyabilirsiniz. Ben uzaklaşmak tercihinde olduğumdan haber bülteni yerine daha neşeli şeyler okumayı tercih ettim. Ama bu otelde teras - muffin - kahve keyfi gerçekten çok güzeldi. Times Square'e yürüyerek gitmeyi isteyenler için bu oteli tavsiye ederim. Fiyatlar, o muhitteki oteller seviyesinde. Ben tek kaldığım için biraz daha pahalıya mal oldu :) 

Times Square'e ulaştığınızda New York size "merhaba" diyor zaten. Burası neredeyse 7 gün 24 saat kalabalık. Hava dondurucu soğuk olsa da kalabalık, çok sıcak da olsa kalabalık. Milletlerarası buluşma platformu adeta :) Her milletten insan görmeniz olası. Sıkça Türkçe konuşanlara da denk geliyorsunuz tabii ki. 

Yalnız Times Square kalabalık derken ifadede yetersiz kaldım gibi geldi :) Şöyle bir örnekle ifade edeyim: Işıklar yandığında yayalara, kaldırımda trafik durabiliyor. Şaka değil, cidden var böyle bir şey. Kaldırımda önünüzdeki fren yapınca siz de yapıyor ve yürümenize yaya trafiği açılana kadar ara veriyorsunuz. Kalabalıktan hoşlanmayan, dar alan sıkıntısı olan biriyseniz şimdiden uyarmak isterim :)

Times Square'de aklınıza gelebilecek her şeyi bulmanız olası. Oyuncak mağazalarından spor mağazalarına, giyim mağazalarından kozmetik mağazalarına, barlardan restoranlara, müzelerden hediyelik eşya dükkanlarına kadar her şeyi bulabilirsiniz. Yok yok derler ya aynen öyle :) 



New York denince benim aklıma gökdelenler, gökdelenler ve gökdelenler geliyor. Gerçekten küçük boylu bir bina bulabilmek çok zor. Özellikle Financial District gibi iş yoğunluğu olan bir bölgede iseniz, gökdelenlerin tümünün birbirine benzediğini göreceksiniz. 2012 yılı ziyaretim Christmas - Yeni Yıl dönemine denk gelmişti. Bu dönem süslemeleri ve hareketliliği ile New York gerçekten bir harika. Yalnız yukarıda söylediğim üzere, gerçekten çok ama çok soğuk. 

Yine de, dünyanın sayılı şehirlerinden birinde yeni yıl karşılama gibi bir planınız varsa, New York pek çok yönüyle uzun yıllar hatıralarını zihninize kazıyacağınız bir yer. Parklar, ağaçlar, dükkanlar... Her yer öyle güzel süsleniyor ki, sanki o yeni yıl, koca bir yıl boyunca karşılanacakmış ve kutlanacakmış gibi hissediyorsunuz. Üstelik bir de bu dönemde kar atıştırıyorsa o da üzerine bonusu oluveriyor. 

2017'yi yurtdışında karşılama planlarınız varsa, şu dönem uçak biletlerine bakmak için kesinlikle çok uygun bir dönem! Ben iki gidişimde de THY kullandım ancak elbette başka firmalara ait biletler bulmanız da mümkün. 

Bu yazımda New York gezime kısa bir giriş yaptım ve iki ya da üç yazıda size ufak da olsa birkaç fikir sunarak önerilerimi ve seyahat anılarımı tamamlamayı planlıyorum. 

Bundan sonraki yazımda, mutlaka uğramanız ve yemek yemeniz gereken çok güzel bir mekandan sizlere söz edeceğim :) 

Sevgilerle, hayatımıza yıldızlar katmak için...