24 Mayıs 2016 Salı

Her Yarın Bir Düne Dönüşüyor Nihayetinde...


Her şey ne kadar hayatın içinden ve her şey ne kadar hayata dair...

Nikah koşturmacası önünde önümü görmezken, cumartesi sabahı çalan telefonun, tüm haftasonumu ve belki de yaşamımı değiştireceğini kestiremezdim elbette.

Babaannem vefat etmişti, gelen haber buydu. 

Telefonda bir süre durdum... Söyleneni anlamaya çalıştım... Anladıktan sonra vücuduma yerleşen boşluk duygusunu, çok sevdiği birilerini kaybedenler anlar sanırım. Beynin içinde pamuklar uçuşur gibi olur da nereye ve nasıl gittiğinizi bilemezsiniz ya hani... Aynen öyle bir duygu.

İnsan, çok sevdiği insanların ölebileceğine nedense bir türlü inanamıyor. Ölümü sevdiklerine yakıştıramadığımızdan olsa gerek, ölüm hep başkalarına uğrar da bize ve sevdiklerimize uğramaz sanıyoruz. Ama öyle değil.

Detaya çok lüzum yok belki, sonrası prosedürel ölüm işlemleri... Cenaze, defin, ziyaretçilerle dolan babaannemin evi... Dedemin, 60 senelik hayat arkadaşını kaybetmiş olmasının yüzüne kattığı hüzün... Ağlamalar, üzülmeler... Ve bomboş bir beyinle ortalıkta dolanan ben.

Doğum - düğün - ölüm... Hayata dair bir başka döngü geliyor mu aklınıza? Aslında bu üçü yaşamı var ediyor, bu üçü hayatın akışında keskin virajlarla değişiklikler yaratıyor. 

Babaannemin kaybından sonra, nikahı ertelesek mi ertelemesek mi diye konuştuk... Neyse ki davullu zurnalı, oynamalı hoplamalı bir tören zaten tercih etmemiştik. Babaannem de olsa ertelememizi ve üzülmemizi istemezdi sanırım. Bu nedenle şimdi nikaha odaklanmaya çalışıyorum. 



Cenazemizin olduğu pazar sabahı, Ankara'da müthiş şiddetli bir yağmur vardı. Yağmur yağdı, yağdı, yağdı... İçinde hiç bereket bırakmayana kadar yağdı. Hava serinledi, caddelerde şemsiyeler açıldı.

Bahçelievler 7. Cadde'de sabah bir kahve içip, kitabımı okudum cenaze saatine kadar. OSHO - Ölmeden Önce Ölünüz...

Belki o sabah o kitabı okumasam, yaşadıklarımı, yaşayacaklarımı, o cenaze ritüellerini ve kaybımı böylesine olgun, böylesine anlamlı ve böylesine mantıklı kaldıramazdım, kabullenemezdim. Kitap, bir fener gibi karanlıkta önümü aydınlattı.

Osho'ya ve fikirlerine yeniden teşekkürler ettim. İlk aldığım Osho kitabı için kendime minnet duydum. İyi ki bu fikirleri belirten biri var ve iyi ki hislerime tercüman oluyor, iyi ki duygularımı yönetmemi sağlıyor, yattığı yerde çok mutlu olsun diye düşündüm durdum... Satırlardan beni çok etkileyen kısa bir bölümü şöyle idi: 

"(...) Ölüm, yaşamın karşısında değildir; o yaşamı sona erdirmez, yalnızca onu güzel bir zirveye taşır. Yaşam, ölümden sonra bile devam eder. Doğumdan önce de var olduğu gibi, ölümden sonra da var olmaya devam edecektir. Yaşam, doğumla ölüm arasındaki küçük boşlukla sınırlı değildir, aksine doğum ve ölümler, yaşamın sonsuzluğunda küçük bölümlerdir."



Kitaptan 100 sayfaya yakın okuyup, yağmurun akışına kapılıp cenazeye gittim. 

Tanık oldum...

O gün orada olan 8 ayrı cenazeye, sevenlerine, uğurlayanlarına ve tabutlara baktım... Tabutların üzerine konan şahsi eşyalarına, dua edenlere, kalabalığa, mezar taşlarına, bulutlara, inadına sürekli yağan yağmura, mezarlıkta üzgün gözlerle dolanan sokak köpeklerine, mezar taşları üzerindeki isimlere, çiçeklere, insanlara... Baktım ve tanık oldum her şeye.

Bir bitişe değil, hayatın sadece bir bölümüne. 

Sonra babaannemlerin evine geldik... Ziyaretçilerle doldu taştı, dualar okundu, ikramlar yapıldı.

İçlerinden biri, "Gömülen gün ikram yapılmaz" dedi...
Bir diğeri, "Gömülen gün değil, bir sonrasında dua okunur" dedi... İzledim... Tanıklık ettim.

Tanrı'nın, ritüelleri kurallara bağlamayacak kadar meşgul olduğunu, böyle basit şeyler için bizleri günahkar ilan etmeyecek kadar merhametli ve büyük olduğunu düşündüm. Her kafadan çıkan ayrı seslere, ayrı ayrı sinir oldum. 

Babaannemin odasına girdim...
Kimse yoktu.
Artık yatağında babaannem de yoktu.

Dolabını açtım, eşyalarına dokundum, kokladım... 
Güzel günlerde üzerinde gördüğüm ipek gömleklerine, kalem eteklerine dokundum. O güzel ortamlara gittim. 

Baş ucundaki en sevdiği çalar saatine, tarağına, yarım kalmış kremlerine, ilaçlarına baktım. Hepsi sahipsiz kalmıştı ama varlıklarına devam ediyorlardı. 

Elli sene dokunmasak ve başlarına başka bir şey gelmese, elli sene daha da orada olmaya devam edeceklerdi. Belki yüz, belki yüz elli yıl da... Onlar cansızdı. 

Eski fotoğraflarına baktım babaannemin... Üzüntüm, her ölünün arkasından duyulan hüzün gibi biraz bencilceydi. Bir daha onu göremeyecek olmak, özleyeceğini bilmek... Bunların hüznü... Oysa gidenin çok mutlu olduğunu kalp ve mantık göz ardı ediyordu. 

Zor bir haftasonu geçti.

Ağladım, düşündüm, Osho okumaya devam ettim.
Bu esnada düğün için tokamı ve parfümümü, düğün rujumu aldım.
Hayat devam etti.
İşe geldim, çalışmak istemedim. Anlamsızca web sitelerinde gezindim, sevdiğim blogları okudum. 
Bu esnada düğün için fotoğraf mekanını seçtim, bununla ilgili yazışmalar yaptım.
Babannemi özledim, sonra biraz daha ağladım.
Nikahla ilgili arayanlar, baş sağlığına gelenler oldu.
Gülümsedim bazen, bazen de ağladım.

Makyaj yapmadım.
Biraz daha ağladım. 

Sonra kedimle dertleştim. O da kocaman gözlerini gözlerimden ayırmadan beni dinledi. 
Onu tekrar çok sevdim.
Sonra biraz daha ağladım.
Biraz müzik açtım. 

Nükhet Duru'nun - Ben Yine Sana Vurgunum şarkısı çaldı. Ağlamaktan heba oldum.
Sonra sakinleştim.
Pek yemek yiyemedim. 
Saçıma başıma özen göstermedim. 

Canımı sıkan detayları boşverdim.
Umursamadım. 
Yağmur yağmaya devam etti. Üşüdüm. 
Sonra biraz yine ağladım.

Babaannemin eşarplarından, onu bana en çok hatırlatanını aldım. Hatıra olarak evde sakladım. 
Sonra aynada kendimle göz göze geldim.
Biraz daha ağladım. 

Psikoterapistimden acil randevu aldım. Onunla ölümü konuşmam için daha uygun bir zaman olamazdı ki... Kafamdaki çelişkileri, bu duygularımı ona anlatmazsam kime anlatacağım? 

Sonra sakinleştim.
Bir süre ağlamadım. 

Sonra geldim ve bloga duygularımı yazdım.
Babaannemi şimdiden özledim. 

Ama özlemek de hayata dahildi. Hayatımıza yıldızlar katan her yarın, nihayetinde bir dün'e dönüşecekti...

Kapımı kapadım, kendimle kaldım. 

Düşündüm, sonra biraz ağladım.

Seni seviyorum babaanne, öldün diye sevgi biter mi hiç?
Seni her zamankinden de çok seviyorum.

Işıklar içinde uyursun, sevdiklerime selam söylersin değil mi?

20 Mayıs 2016 Cuma

Bir Düğün Sorunsalı Daha: Fotoğraf İçin Dış Mekan Seçimi...




Düğünle ilgili zibilyon tane detay var ve içinden çıkabilmek, isterseniz üç yıl önceden çalışmaya başlayın, adeta imkansız gibi bir şey...

Düğün makyajı...
Düğün saçı...
Gelinlik...
Düğün parfümü...
Giriş müziği...
Mekan...
Dans müziği...
Gelin çiçeği...
Nikah şekeri...
Pasta müziği...
Düğün - nikah - kokteyl sorunsalı...


Listeye en az 60 madde daha ekleyebilirim... Gelin için elli kat daha zor bu detaylar. Damat bey bir yerden sonra yırtıyor da :) 

Bu haftasonu yeni bir sorunsal edindim. Ankara'da yaşayanlar olarak, gidilecek mekan sıkıntısı çektiğimiz gibi, bu kez de düğün fotoğrafı dış mekan sıkıntısı çektiğimizi öğrendim.

Eskiden stüdyo fotoları vardı ne güzel... Gelin-damat sabit durur, arka fon paso değişir; kâh deniz deseni yerleşir arkaya, kâh pembe balonlar gelir, yuvarlanır giderdi insanlar. Yukarıdaki örnek gibi mesela :) 

Gel gelelim düğün hikayeleri, düğün filmleri vesaire çıkıp fotoğrafçılık sektöründe devrim gerçekleşeli beri, stüdyo fotoğrafları popülerliğini yitirdi. Şimdi doğal, tercihen zoom'lu ve estetik fotolar moda. 

Ankara'da güç bela araştırmalarımız neticesinde, güvenilir, dinamik bir ekip olan Happy Day Story ile anlaştık. Bu kez de karşımıza, fotoğraflar nerede çekilecek sorusu çıktı. Fotoğrafçılar Hacettepe Yeşil Vadi'yi önerdiler ve dün bu mekanı ziyaret etme fırsatımız oldu. 

                              

Yeşil Vadi, Hacettepe Üniversitesi Beytepe Kampüsü içerisinde gizlenmiş bir cennet sanki. Haftasonu gitsem de bir nefes alsam dediğimiz yerlerden biri adeta. Piknik yapanların yanısıra, gölet yanında yürüyenler, fotoğraf çektirenlerle birlikte oldukça yeşil ve henüz özelleştirme adına keşfedilmemiş yerlerden biri. 

Beğendiğimi ve renklerini, doğasını sevdiğimi söylemeliyim. Göletteki turuncu balıklar ve nilüferlere ayrıca bayıldım. İnsana mutluluk veren bir yer gerçekten.

Gel gelelim çok yönlü düşünen bir insan olarak, bu mekanda fotoğraf çektirmek isteyip istemediğimizi nişanlımla bir değerlendirdik. Benim için avantajları şöyle: 

1-Renkler ve doğası gerçekten güzel 

Gördüğünüz gibi tek avantaj sayabildim :) 

Gelelim dezavantajlarına:

1- O gün havanın yağmurlu olması bu mekanda çekimi imkansız kılabilir,
2-Hava güzel bile olsa orman içi ve doğal ortam olması dolayısıyla gelinliğin etekleri toz-pis-kir içinde kalabilir ve akşam nikaha o tozlu gelinlik etekleriyle katılmak durumunda kalabilirim
3-Girişi maşallah zorlaştırdıkça zorlaştırmışlar. Rektörlüğe dilekçe yazmanız yetmiyor, 300 TL de bir para veriyorsunuz. Hava ve yeşillik parası herhalde bu da. 
4-Çevrede fazlaca insan var ve bakışlardan rahatsız olabilirsiniz,
5-Güneşin alnında, porselen makyaj bile olsa terleyebilir ve huzursuz olabilirsiniz...

Burada fotoğraf çektirmiş olup da yukarıda saydığım dezavantajları yaşamamış olanların yorumları olursa elbette çooook makbule geçecektir. 





Tabii bu dezavantajları düşünerek, bir de B planı uyduralım dedik. 

B planı olarak da, Ankara'lıların pek çoğunun bildiği, Bilkent Altın Köşk'ü düşündük. Burası, Amerika'ya yerleşmiş bir iş adamı tarafından yapılmış, bildiğiniz bir malikane :) İç mimarisi Selçuklu-Osmanlı, dış mimarisi biraz daha Arap tarzı gibi. 

Bildiğim kadarıyla şimdilerde müze olmuş ve ismi Merik Konağı olarak geçiyor. 

Burada bekçi usulü çalışıldığını ve bekçinin duruma göre bahşişle (bahşiş derken 40-50 TL gelmesin aklınıza, tarife 200'den başlıyormuş :) ) çiftleri çekim için içeri aldığını öğrendik.

Otantik görünümüyle bence çok muhteşem bir çekim mekanı olabilir. 

Burayla ilgili tek bir kaygım var; o da mimarinin çok şatafatlı ve desenlerin oldukça karışık olması. Bu durum, fotoğraflarda kalabalık ve karmaşaya yol açabilir gibi geldi bana. Bu yüzden ufak bir kaygım var. Ama büyük olasılıkla bu mekanı tercih edeceğiz gibi görünüyor. Bu mekanla ilgili de görüş ve önerileri olanlar veya daha iyi bir mekan önerisi olanlar varsa çoooook makbule geçer gerçekten. 

Her şey zor da, bir ömür hatıra olarak saklanacak fotoğrafların çekim alanını belirlemek de en zorlarından biriymiş gerçekten :)

Daha sonra, düğün parfümü ve düğün rujumu nasıl seçtiğim konularını da sizinle paylaşacağım. 

Sorunsallar detaylar bitmek bilmiyor ki :) 





13 Mayıs 2016 Cuma

Eğer Herkes Zekâsının Yüzde Yüzünü Kullanırsa Cenneti Burada Yaratabiliriz...


Daha önce bahsetmiştim, Osho'yu ne kadar çok sevdiğimden, değerli bulduğumdan ve 2000 senesinden beri kitaplarını okuduğumdan. 

Az önce, ofisten birinin tam tabirle "cinlerimi tepeme çıkarması" ile gerginleşen günüm, Osho'nun yine bir sözünü hatırlamamla sakinleşip normal akışını buldu.

Şöyle diyor Osho: 

Eğer herkes zekâsının yüzde yüzünü kullanırsa cenneti burada yaratabiliriz. 


Sonra dedim ki, herkes sen değil.

Herkes senin gibi düşünmüyor.

Herkes senin okuduklarını okumuyor.

Herkes senin sahip olduğun vicdana ve insani yetilere sahip değil.

Herkes birini kırmamak için senin gibi özenli de değil.

Ve sakinleştim.

O kişinin sığ deniz gibi olan yaşantısındansa, düşüncelerinin zenginliğiyle hayatıma yıldızlar katan insanların varlığına teşekkür ederek yaşadığım renkli hayatıma teşekkür ettim. 

Kimsenin beni üzmesine iznim yok. Bunu yapmaya çalışan her kim olursa olsun, zeka sahibi olmadığını düşünüp sakinleşiyorum. 

Herkes zekasının yüzde yüzünü kullansa, zaten Osho'nun dediği gibi cenneti yeryüzünde yaratabilirdik. 

Sığ insanlarla canınızı sıkmayın, günlerinizi karartmayın. Siz kendinize, okuduklarınıza, düşüncelerinize ve sizi mutlu edenlere odaklanın.

Bırakın onlar kendi bataklıklarında debelensinler.

Beni, benden başka kimse üzemez ve yaralayamaz...

İşte bu kadar...

9 Mayıs 2016 Pazartesi

Daha İyi Bir Ürün Sanırım Kullanmadım: Physicians Formula Mineral Wear Talc-Free All-in-1 ABC Cushion Foundation


Hemen hemen her kadın gibi ben de kozmetik ürünlerine meraklıyım elbette. İki üründen bir türlü istediğim verimi alamamıştım bugüne kadar: Biri rimel, diğer de pudra-fondöten.

Yıllardır süren pudra-fondöten arayışım tek ürünle son buldu: Physicians Formula Mineral Wear Talc-Free All-in-1 ABC Cushion Foundation... Çünkü bu üründen sonra pudra ihtiyacım kalmadı. 

Bir süredir araştırmalarıma hız vermiştim. Onu deniyorum olmuyor, bunu deniyorum durmuyor derken, bir tavsiye üzerine bu ürünü aramaya başladım. Aramaya başladım diyorum çünkü eczanelerde satılan bu dermo kozmetik ürün, Ankara'da birçok eczanede ne yazık ki karşıma çıkmadı. Ben de bir eczane olduğu bilgisini edindiğim www.dermobakim.com adresinden bu ürünün Light olanından bir adet sipariş verdim. 

Öncelikle ürün, yaklaşık 2-3 günde elimde oldu, memnuniyetimi belirtmeliyim. Ambalajına bayıldım, çok tatlı bir kutusu var. Ve ilk denediğim gün de çooook mutlu oldum. 


Ürünü açtığınızda, altı sıkı kapaklı sıvı formlu sünger fondöten karşılıyor sizi. Hani kavanozda süngerli asetonlar oluyor ya, aynı onun fondöten olanını düşünün. Kendine ait bir de aynalı bölümde süngeri var. Bu süngerle uygulamanızı yapıyorsunuz.

Şöyle puanlayabilirim:

Kapatıcılık: 9.5 / 10
Kalıcılık: 8/10
Ton: 9/10
Kullanışlılık : 8/10
Bir daha tercih edilebilite : 10/10


Üzerine pudra sürmeye asla gerek duymadım. Ciltte parlama yapmıyor, yapay bir fondöten gibi durmuyor, canlı ve genç bir görünümle iz ve ton farklılıklarını yok ediyor. SPF 50 güneş koruması da cabası. Niye bu ürünü daha önce görmedim niye niye niyeeeeee :)

Kalıcılığı da gayet başarılıydı. Tüm gün yüzümden çıkmadı, herhangi bir bulaşma da yapmadı.

Ürünle ilgili tek kaygım var, o sıkı plastikle kapatılan fondötenli bölgenin kuruması. Çok dikkatli ve sıkı biçimde, fotoğrafta görünen beyaz kapağı ve üst kapağını kapatıyorum ama ürün bir şekilde kurursa çok üzülürüm. 

Bunu da kullanım aşamasında test edip göreceğiz. 

Teşekkürler Physicians Formula... Sanırım başka bir fondöten artık kullanmam...

3 Mayıs 2016 Salı

Süper Bir Anneler Günü Hediye Alternatifi!

Bir süredir doğanın bize karşı ne kadar cömert olduğunu düşünüyorum. 
Baharın gelmesiyle açan çiçekler, oradan oraya uçuşan polenler, hiç bıkmadan öten kuşlar...

Toprağa, yeryüzüne, doğaya hiç değer vermeden, hiç düşünmeden ve sonrasını planlamadan onu katlederken, her yeri beton yığınlarıyla, arabalarla, yollarla kaplarken aslında ne kadar düşüncesiz, ne kadar da benciliz...

Sokak hayvanlarının bile yaşayabilecekleri bir yer yok. Sürekli ezilme, insanlar tarafından eziyet edilme tehlikesi altındalar. Bu gerçekten insafsızca!

Bir süredir WWF - Doğal Hayatı Koruma Vakfı'nı inceliyordum. Ve bu sabah doğaya ve kendi mutluluğuma bir katkı yapmaya karar verdim. Vakfa gönüllü bağışçı oldum. 

Bizlerden büyük beklentileri yok. Hepimizin geçim derdinde olduğumuzu biliyorum. Ama ben her ay, beni mutlu edecek ve bana zarar vermeyecek bir miktarı, doğanın ve dostlarımızın korunması için harcamaya karar verdim.

Şu an doğaya karşı bir parça daha iyi hissediyorum kendimi. Ona bu kadar muhtaçken hunharca yok etmemize bir parça engel olabilirsem, mutluluğum zirvede olur!

Üstelik sadece üye olmakla kalmadım! 

Bir tane de PANDA evlat edindim! Bunu aylık destekten ayrı bir bağışla yapıyorsunuz. İster kendi adınıza, isterseniz de doğum günlerinde, anneler gününde, babalar gününde, yeni yılda sevdikleriniz adına bağışta bulunup hayvan evlat edinebilir, nesillerinin tükenmesine engel olabilirsiniz.

Gelecek aylarda başkaca hayvanlar da evlat edinmeyi düşünüyorum.

Örneğin Türkiye'de ciddi tehlike altında olan yunuslar veya caretta carettalar... 

Anneler günü yaklaşırken ve annenize ne hediye vereceğinizi düşünmeye başlamışken aşağıdaki, sizin için bir fikir olabilir belki! 

Bana böyle bir hediye verilse ben çooook ama çok mutlu olurdum gerçekten! Manevi değerinin yanında, doğaya bir parça destek olmak isteyenler için, buraya tıklayarak bir türü evlat edinmek yeterli. 

Ben bugün gerçekten vicdanen bir parça daha huzurluyum doğaya karşı... 

Kendimi iyi hissettim! Hayatıma bir yıldız daha katmak için, bir canlıyı evlat edindim :)

Şimdi sıkıcı işlerimin başına ayrı bir motivasyonla dönebilir ve kaldığım yerden çalışmama dönebilirim.

Bu gezegende yaşıyoruz ve o bize karşı bu kadar cömertken, onu katlediyor olmamız kabul edilemez bir şey... Doğayı ve hayvanları seviyorum... O halde, üzerime düşeni yapmak her daim boynumun borcudur!

2 Mayıs 2016 Pazartesi

Bir Kediye Hayatı Adamak...



Sene 2009... Mart ayı... 

Tunalı Hilmi'de amaçsız-boş gezilen bir gün, bir pet shop'a girmekle başlayan bir serüven... Minicik bir kafeste iki minik kedi yavrusu... Biri gri, diğeri sarı. 

Hayatımda ilk kucağıma aldığım kedi yavrusunun o kafesteki sarı kedi olması... Henüz 2 aylık olan minnacık bal gözlü yavrunun, patisini kolyeme geçirip gözlerimin ta içine bakması. Ve o dakika yemin etmem... Hem de öyle içten, öyle çıkarsız, öyle sağlam bir yemin: "Evet, sen ya da ben, ömrümüzün sonuna gelene kadar bundan sonra beraberiz..."

2009 yılının Mart ayından bugüne kadar devam eden hayat paylaşımımız... 

Kedimle 7,5 senedir, güzelliklerin en güzellerini yaşadım. Hayat arkadaşım, sırdaşım, dostum, kedim, mutluluğum, canım, çocuğum gibi bir şey oldu. Hayvan sevmeyenlerin asla anlamayacağı bir duygu belki ama hayatımdan kocaman bir parça oldu. 

O kadar bağlıyım ki kedime... Belki bu kadar bağlı olmak doğru değil, belki bu kadar üzerine düşmek doğru değil... Ama bendeki yerini belki şöyle özetlersem, bir parça daha anlaşılabilir olabilirim:

*Benim beş kuruş param yokken, o beni yine sevdi,
*Param olduğunda, o beni yine sevdi,
*Bir ara 20 kilo kadar aldığımda, o beni yine sevdi,
*Eve alkollü, çakırkeyif gelip saçmaladığımda, o beni yine sevdi,
*Birkaç gün bir yerlere gidip onu evde tek bıraktığımda, o beni yine sevdi...

Kısacası o beni hep katıksız, aynı şekilde sevdi. Hep gelişimi kapıda bekledi, eve geldiğimde kucağımdan, peşimden ayrılmadı. Öpücük manyağı yapıp her noktasını öptüğümde bile gözlerini kapatıp benimle sevgisini paylaştı, o bal gözleriyle her zaman gözlerimin içine sevgiyle baktı.

Kedimi kaybetmekten deli gibi korkuyorum.

Kiminin kapalı alan korkusu olur, kimi yüksekten korkar, kimi fareden korkar... Benim bunların hiçbirinden korkum yok. En büyük kabusum, en büyük korkum, kedimi kaybetmek...

Nedenine gelirsek, 7.5 senede hayatımda öyle fazla şey değişti ki...
Her anına şahit olan, dediğim gibi beni hiç yargılamadan, hep aynı sevgiyle, aynı ilgiyle bana yaklaşan, dünyanın en uysal ve en güzel kedisine sahibim de ondan... 

Hasta olduğunu gözüne bakmamla anlayıp, sabahın altısında veterinere koşuşumuz, kendi check-up'larımı umursamayıp, yılda bir mutlaka onu check up'a götürmem, temiz tuvalet sevdiğini bildiğimden hiç yılmadan kumunu her gün temizlemem... 

Kısacası, çok şey paylaştım ben onunla. 

Kimse hayatımda yokken o vardı. Bazen saatlerce ben anlattım, o gözlerimin içine baktı. Ben ağlarken illa gelip kolumun üzerine yattı. Karnım ağrıdığında karnıma çıkıp yoğurdu dakikalarca. Katıksız sevginin en büyüğünü bana o verdi. 

Kedimi kaybetme korkumun büyüklüğü yüzünden psikoloğa bile gittiğimi inkar etmeyeceğim. Bundan utanmıyorum ve bunun çok insani olduğunu düşünüyorum. Ailem bile başka bir şehirdeyken o benim ailem oldu çünkü, kaybetmekten nasıl korkmam... Mesela şu satırları yazarken bile duygulanıp ağlamakta kendimi alıkoyamıyorum. Neden bu kadar hassasım bilmiyorum. 

Keşke olmasaydım, keşke ona bu kadar bağlanmasaydım desem de, verdiği sevgi ve mutluluk öylesine büyük ki, bunu söyleyemiyorum. 

O artık 7,5 yaşında, olgun ve güzel bir kraliçe...

Her gün severken, 20. doğum gününü birlikte kutlayalım diye dualar ediyorum. Elimde hiçbir şey olmasa, yine onun eksiklerini karşılamaktan imtina etmem. Bebek sevgisi diyorlar, ben anne olmadım ama ilk annelik duygularımı onunla tattım.

Hayvanseverler beni anlayacaktır, biliyorum.

Biraz duygusal bir iç dökme oldu benimki ama, niyeyse bugün böyle bir paylaşımda bulunmak, içimi dökmek istedim.

Allah evimizdeki dört ayaklı tatlı dostlarımıza, upuzun, sağlıklı ömürler versin. Benim güzel kızıma da... Hastalıklarını hiç görmeyelim, onlar mutlu mutlu yaşlansınlar dilerim.

Dualarım arasında - ki bugün kandilmiş- , en büyüklerinden biridir bu... 

Allah'ım kuzuma çooook uzun yaşlar ve ömürler versin. O hep bizimle olsun... 20 yaşını bile birlikte kutlamak nasip olsun. Onu çok çok seviyorum.

Kandiliniz mübarek, dualarınız kabul olsun...

Mayıs ve Tatlı Nikah Telaşeleri


Mayıs geldi, tatlı bir telaşeyi de beraberinde getirerek...

Sanki nikahım aylar sonraymış gibi, heyecanlanmak için takvimlerin Mayıs'ı işaret etmesini bekledim bir süredir. Rölantiye aldığım heyecanlar, mayıs ayının gelişiyle bir bir su yüzüne çıkmaya başladı. Haliyle kulak çınlamalarımda artış da olunca dedim ki, heyecan doz aşımında :)

Mayıs genel olarak en sevdiğim aylardan biridir. 

Tatlı bahar çiçeklerine ılık bahar rüzgarlarının eşlik ettiği, günlerin iyiden iyiye uzadığı, yazın geçiş mevsimi, güzel müjdecisi... Şu aralar havalar biraz serin de gitse, ikinci haftadan sonra toparlayacağıma inanıyorum.

Yoğun çalışma tempomda, nikah hazırlıklarına gerekli süreyi ayıramasam da, yapı itibarıyla detaylar peşinde fazlaca koşan biriyim. Hal böyle olunca da düşünülecek öyle çok küçük ayrıntı var ki, her birine ayrı ayrı kafa yoruyorum, yorgun düştüm. 

Asıl güzel olanı, bir gün sonrasında çıkılacak tatil elbette... Herhalde yattığımız yeri beğeniriz. 

Nihakımız 28 Mayıs'ta... Açıkçası damat bey de, ben de eller havaya göbekler fora sevmediğimiz için, nikah ve sonrasında uzun bir kokteyl tercih ettik. Kokteyl deyince aklımıza genelde sadece kanepe ve içki gelse de, Türk Japon Vakfı bu konuda oldukça bonkör... Havuç, salatalık, çerez ve cipsle başlıyor ikramlar ve kanepelerle devam ediyor. Sonrasında köfte, sigara böreği ve tavuk geliyor ki çok leziz... Bu esnada alkollü-alkolsüz içecekler derken insan havaya giriyor bir şekilde :) 

Müzik ise sadece keman, çello ve flütten oluşuyor. Çok seçkin, sakin ve güzel bir mekan olduğuna inanıyorum. İnşallah çok ama çok güzel geçer. Sonrasında tavsiyelerimi de paylaşırım. 


Gelin olmak daha çok detay düşünmeyi gerektiriyor tabii ki. Sadece gelinlik olsa iyi... Saç, baş, makyaj, ayakkabı, gelin çiçeği, duvağı, kesesi, yakınların saçı makyajı, nikah şekeri derken liste uzuyor gidiyor... 

Neyse ki bu işleri geçtiğimiz aylarda çözdüm. 

Yukarıdaki fotoda solda gördüğünüz, tatlı somon erengüllerden oluşan gelin çiçeğim. O kadar sevdim ki, sonrasında evimde dekor olarak kullanmak istediğim için buket atma merasimi düşünmüyorum :) Bir de aynısının minik damat yaka çiçeği var. Tutma yeri hasır ve kurdelesi pembe... Çok çok beğendim. Sipariş verdiğim yer için,buraya TIK TIK. Çiçeğin, 220 TL gibi bir fiyatı var. 

Gelin ayakkabımı aylar önce kafamda tasarlamıştım aslında. Örneğin uçuk pembe olsun istiyordum ama saten olsun istemiyordum. Topuklu olsun ama rahat olsun istiyordum... Derken Ankara Soysal Çarşısı'nda, Berfu Ayakkabı ile karşılaştım. 

Kısacası siz hayal ediyorsunuz, onlar yapıyorlar. Derisini, rengini, fiyonk büyüklüğünü, topuk ölçüsünü ben seçtim. Onlar da hayata geçirdi. Ayakkabım çooook ama çok içime sindi. Üstelik ortopedik tabanlı olması da müthiş bir artı oldu! Derisi ilginç, pinpon deri denen kabarcıklı ve farklı bir deri. Berfu Ayakkabı'ya çoook teşekkür ederim. Ne kadar rahat da olsa, o gün için pek çok ayakkabı rahatlatıcı, bant, nasır önleyici, v.s. almayı tabii ki ihmal etmeyeceğim. Ayakkabının fiyatı 225-TL...


Üstelik nikah günü  için bir acil durum çantası hazırladım :) Onun içine neler koyduğumun bilgisini de sizinle bir başka yazımda paylaşıyor olacağım....

 



Bu da bizim nikah hediyeliklerimiz :) Aslında çok bakındık, ne yaptıracağımıza bir karar veremedik. Derken bu kuzulara rastladım instagramda. Müstakbel eşim Ziraat Mühendisi olunca, ben de kuzulara deli olunca dedik bundan güzel hediyelik mi olur bizi yansıtan :) Kutu içinde saman görünümlü rafya ve üzerinde pembe, beyaz ve maviden oluşan kuzuları hediyelik olarak seçtik. Üzerine isim etiketlerimizi de yaptırdık, onları da bir başka yazımda daha detaylı olarak fotoğraflarım :) Kuzuları ve kutuyu iyice süslettik. Biraz fazla çocuksu oldu belki ama ne farkeder ki? Biz sevdikten ve eşim de ben de beğendikten sonra, gerisinin hiçbir önemi yok. İkimizin de içinden ve işinden bir parça yansıtıyor bu şirin hediyelikler. Fiyatına gelince... Nikah hediyeliği dediğimiz şey korkunç bir sektör olmuş söylemeden geçemeyeceğim. Bizim yaptırdığımız, kokulu taş. Bebek pudrası kokuyor, çok ama çok güzel. 400 tane yaptırdık ve tanesi 1,75 TL'den anlaştık. Çok iyi araştırmanızı öneririm çünkü korkunç rakamlar zikrediliyor bu sektörde. Tanesine 4 TL deyip bir kuruş indirim yapmayanı gördüm. Emeğe saygı tamam da, insanı aptal yerine koymamak lazım. 400 ile çarpınca korkunç bir rakam çıkıyor ortaya, zaten evlilik pahalı bir şey, olabildiğince tasarruflu olmak lazım. 

Güzel nikah hediyeliklerimiz için Esra Hanım'a çok teşekkürler. Kendisine instagram'dan kokulu_tas_atolyesii ismi ile ulaşabilirsiniz. Sonu iki "i"li :) Umarım konuklarımız da kuzularımızı beğenir.

İşte böyle koşturmacalarla geçiyor günler. Bugün nikah davetiyelerimizin dağıtımına da başladık. Dediğim gibi detay çok fazla ve insanı gerçekten strese sokuyor. Yine de güzel telaşeler diyerek tadına vara vara, düşüne düşüne yapmaya çalışıyorum her şeyi. Güzel gönüller bir olduktan sonra, Allah da nazarlardan saklasın inşallah, başka neyin önemi olabilir ki... Gel bakalım 28 Mayıs :)